kartlar açık oynayalım

Bir yerden başlasam, aslında sorulacak ne kadar çok soru, anlatılacak ne kadar çok duygu vardı. Ve belki dökülecek bir sürü gözyaşı... Ben başlayacak yer bulamadım, zaten dinlemesini istediklerimde pek sormadılar ne oldu diye. Soranlar varsada aslında duymak istediklerim onların cevapları değildi, tabiki onların söyledikleri de önemliydi ama bazen kişilerin kendisinden olaylarla ilgili yorumlar istersiniz ya, öyle bir şeydi benim çözüm yolum. ihtimalleri düşünmekten yorulmuştum herhangi bir sorun için. her şey çok açık olmalıydı dolaştırılmamalıydı kelimeler. Söylenilmek istenenin anlaşılmasını beklemek biraz kaçmaktı benim gözümde. Varolanı saklamamak gerekirdi ya da yok olanı eğlenmek için varmış gibi göstermemek. gelin hayatı kartlar açık oynayalım. Kazandıracak olan şans ise sadece yolu o belirlesin...

beyaz adam geldi

Önce bir gemiyle geldiler... Misafirlerimizdi, onları sahilde hediyelerle karşıladık. Silahsızdık; çünkü hiç ihtiyacımız olmadı. Kardeştik, severdik, paylaşırdık... Silahı onlar tanıttı... Tutarken yanlislikla elimizi kestik, kanımız aktı... Evlerimize buyur ettik, konuklarımızdılar... Yedirdik içirdik, yatırdık, hizmet ettik... Topraklarımızı, dağlarımızı, sularımızı, ovalarımızı gezdirdik... Sevindiler... Sevindik!..




Renkleri ne kadar beyazdı bizimkilere göre...

Sonra gittiler; memnun ederek uğurladık dostlarımızı!..

Bir gün, tam sabah gün doğarken, ak tenli dostlarımız; gemileriyle, çok, çok olarak geldiler... Beklemiyorduk; çok erken gelmişlerdi...

Demek sevmişlerdi bizi, toprağımızı, göğümüzü; sevindik...

çoktular... Silahlıydılar; üstelik ellerini de kesmiyorlardı...

Ayakları karaya bastı ve sonra hiç beklenmeyen, olmayacak olan oldu... Şaşırmıştık, acaba ne yapmıştık da beyaz dostlarımız bizleri öldürüyordu...



Evet, beyaz adam, bu sefer gülen yüzlerimizi ağlatmaya, varlığımızı yağmalamaya, gençlerimizi köle yapmaya, karılarımıza tecavüz etmeye gelmiş! şaşırdık!.. Neden?



Biz özgür göğün, geniş toprağın, mağrur dağların insanları; barış, sevgi, dostluk bilirdik, savaşı beyaz adam öğretti... Hiç haketmedik öldürülmeyi, savaşı, köleliği...



Erkeklerimizi öldürdüler, yaktılar çocuklarımızı ateşte diri diri... Toprağımızı yağmaladılar... Karılarımıza kızlarımıza tecavüz ettiler... Köle diye götürüldük yurtlarına... Sattılar...

Tanrıya inanmamızı söylüyordu, elinde incil, siyah cübbeli, beyaz tenli papaz... Reisimiz sordu: "tanrı size bunları yapmanızı mı söylüyor? Cennet dediğiniz yere sizler mi gideceksiniz? Öyleyse; ben sizin olmadığınız yeri, cehennemi seçiyorum. Eğer bizleri değil de, sizleri, zulmünüzü onaylıyorsa tanrınız; böyle bir tanrıya inanmaktansa, inanmamayı yeğlerim! "



Hiç bitmedi beyaz adamın gelmesi... Onlar geldikçe biz bittik; biz bittikçe onlar geldi...



Beyaz adam, yaptıklarını anlatacak kelime bulamıyorum, bizim böyle kelimelerimiz yok; senin yaptıklarını en iyi anlatacak yine sensin, senin kelimelerin... Kara yüreğin, beyaz tenin gibi olabilirse birgün, anlatırsın yaptıklarını!.."



Tosawi

çocukluğum tek tabanca

Bana bir sonbahar fısılda
senden başka masumiyetim yok
çocukluğum tek tabanca
 
-Küçük İskender-

Ayasofya Müzesi

             Başka bir seyşr noktamızda çok küçük yaşlarda birkez daha ziyaret etmiş olduğum Ayasofya Müzesi idi. Biryerlerinde sürekli restorasyon olduğunu duyduğumuz müze hala aynı durumda. Bir yandan yenileme çalışmaları yapılırken bir yandan ziyaretçilerini kabul ediyor. Yakın zamanda bir programda caminin 4 köşesinde yer alan melekler hakkında bilgiler duymuştum. 9.yy da yapıldığı düşünülen meleklerin şuan birinin yüzü açık halde diğerleri figürler altında kapalı. Ve melekler içinde sadece birinin üst kanatları farklı konumda.Ayrıca 6 kanatlı melek hristiyan inancında cennet kapısının bekçisi olarak da biliniyor. 9. yüzyılda yapıldığı düşünülen 
Meleklerin  yüzünün açılmaısyla ilgili farklı bakış açılarının farklı yorumları var. Bunlardan biri;
Hıristiyanlar, Fatih döneminde kapatılan bu mozaikleri, gün yüzüne çıkarmak için       - tıpkı KİN KAPISI gibi-  “Kutsal Bir Zamanı” kolluyorlar… Yani kısaca o meleğin yüzünün açılması için "başka bir tarih" beklenmektedir.
Hıristiyanların kendilerine göre inancı ve planları şudur: 2010’lu yıllarda meleğin biri, yüzünü gösterir, 20XX’de de diğer melekler yüzlerini gösteririler… Ardından diğer semboller bir bir ortaya çıkar.
 
 Constantinople ve Ayasofya Hıristiyanların olur. Bu müjdeyi, işte yüzünü ilk gösteren MELEK verir! 
Melek figürü dışında ilk kez bugün duyduğum camiinin dönme hikayesi vardı. Başparmağınızı sokup camiiyi çevirmeye çalıştığınız-bu sırada birde dilek diliyorsunuz- bir oyuk var.

İstanbul İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi

              Dünyanın ilk İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi olarak haberlerle açılan bir müzedir kendisi. 2008 yılından beri İstanbul'da ziyaretçileriyle buluşurken bizde ancak bugün buluşabildik:p  Müze kartımızı kullanalım, bir gezmece görmece, yok ders konusu mu derken kendimizi Ayasofya dan sonra orada bulduk.
               Müze Gülhane parkında. 9-17. yüzyılların bilimsel ve teknik gelişmelerini yansıtan eserler, detaylarına sadık kalarak hazırlanmıştır. Eserlerden bazılarının konularından bahsetmek gerekirse; astonomi, fizik, kimya, tıp üzerine bir sürü eser var. Yıldızların birbirine uzaklıklarını ölçen aletler, saat amaçlı kullanılan kandilli bir avize, ameliyatlarda kullanılan çeşitli cerrahi aletleri, dönemin hastanelerinin maketleri, küre üzerinde açı tayininde kullanılan aletler, kimyada maddelrin ayrışımı için kullanılan yapılar ve birsürü şey... Yalnız baktığınız şeyin ne olduğu üzerine açıklamaları okuyup daha da anlamsızlığa kavuşmamak adına özel kelimelerin anlamlarına ulaşabileceğiniz bir şekilde gidin.

fermuarlar yarıya...

            21eylül tarihi Whitcomb Judson'ın ölüm yıldönümüdür. Whitcomb eşyalarımızın birçoğunda yer bulan fermuarların mucididir. 21 Eylül 1922'de öldüğünde, Chicago'da bütün fermuarlar yarıya indirilmiş. Belki sizlerde anma havasında yarın hava koşulları el verdiğince, en azından hırka fermuarlarınız yarıda dolaşabilirsiniz...

bayramlar hiç bitmesin=)

Ve gecikmeli başlayan bir tatil=) geçen yıl tatillerimin azalmasına sebep olan hatta tatillerimin iptal olmasına sebep olan kursun bir bölümünün tekrarını alıp onu da 9 günlük tatile denk getirdim ne mutlu bana 5 gün tatilim oldu :p
Neyse ki en azından tatilim var(:
İçimde çocukluktaki bayram sevinci yok tabi ama her zamanki gibi özlemle karışmış bayram coşkusu var. Seviyorum ben bayramları kalabalık ortamları (benim için bayram tek gün o ayrı birşey). Baklava telaşıyla başlayan bir heyecan temizliği falan derken bayram günü namaz saatine göre ayarlanan alarm sesiyle başlar. Dedemle birlikte namaza gitmek için dayım ve kuzenim gelir bayram başlamıştır artık. Kurban bayramıysa mideyi bastırmak için biraz atıştırma ve kurbanın kesiminden sonraki kahvaltıyı beklemek, geniş bir aileyle bayram coşkusuyla kahvaltı keyfi:) evlere dağılış bu sefer bayram düzeniyle bir birliktelik el öpmeler çikolatalar tatlılar kahveler, evde zaten şeker tadında bir sürü insan... Daha ne istersin ki oradan geleneksel bayram yemeklerine bu sefer babannemin yanında kalabalık bir aile ardından bayram biter arkadaşlarla gelenek olmaya başlamış akşam gezileri=)
Bize her gün bayram ama böyle özel bayramları da seviyorum kırmızı pabuçlarım baş ucumda uyumasam da içimde Barış Manço'nun bugün bugün bayram şarkısıyla uyanan bir çocuk var...
O zaman bayram için yolculuk başlasın...

karşındaki kişide kimsin

İnsanların yanındaki davranışlarınız size nasıl hissettirdiklerine göre değişir... Ne kadar sorgulamadan davranıyorum desenizde bu böyledir.
Sizi irdelemeden yaklaşıyorsa birisi rahat olursunuz, her söylediğinizi yargılıyorsa çekinirsiniz, sizi dinleyeceğine inanıyorsanız konuşursunuz ve belki karşınızdaki kişinin sizi dostu olarak gördüğünü hissediyorsanız tüm dertlerinizi rahatlıkla anlatırsınız. Ya da birisini aramama sebebiniz gerçekten aramak istemediğinizden değildir onun aramamasındandır; sizinle konuşmak istemediğine inanırsınız ve aramazsınız sonuç olarak sizin hareketlerinizi karşınızdaki kişide kim olduğunuz etkiler...

kimsin sen diye sordu çocuk

      İlk doğduğunda bebek herkes aynıydı. Herkese naz edebiliyordu; ihtiyaçlarını karşılayamadığından ağladığında herkes yardımına koşuyordu. O zamanlar herkesin farklı olduğunu bilmediğinden, sorgulamadan yanındakinin kim olduğunu ağlardı. Büyüdü; birkaç hitap sözcüğü öğrendi çok şey değişmedi genel olarak saçı uzun olanlar ve kısa olanlar ayrıldı, bir kaç yıl sonra farklıydı herkes... 
       Bazen tanımadıklarının yanında da aynı davranırdı şımarırdı hemen bir ses ismini bağırırdı yüksek sesle; 'rahatsız etme başkalaırnı'. Zamanla kişilerin kim olduklaırnı sorgulamaya ayırdı hep birkaç dakikayı neler yapabilirdi, yapsa ne olurdu, karşısındaki kimdi... 
        Kıpır kıpırdı, şımarıktı o zaten ama terslenmekten korkar olmuştu ve sadece onu seven insanların yanında şımarmasına kızılmıyordu... 
Yine en çocuk hallerindeydi elinde uçup gidecek bir balon vardı onu kaybetmek korkusundaydı, şımarabileceği birilerini arıyordu tam o anda... Başını kapıya yaslayıp yoldan geçen birisine 'kimsin  sen?' diye sordu çocuk...  İçindeki en çocukca sevgiyle belki elindeki uçan balonu paylaşacaktı belki şımarık bir kaç söz söyleyecekti.... Ama yoldan geçen kişi duymadı onu belki de bir küçük çocuk diye kaale almadı.
       Çocukta elindeki balonu o cevap vermeyen kişiyi takip etsin diye bıraktı arkasından el sallayarak...