Doğruluk mu Cesaret mi

Sırf oyuna başlarken yalan söylemek yok denildiği için; doğruluk seçtiğimizde sevdiğimizi itiraf eden çocuklardık biz. İtiraf edecek cesaretimiz yoksa cesareti seçerdik... Yine de saklanırdık bir şeylerin arkasına çocuk saflığıyla.

Hikayenin Sessizliği

Bazen öyle anlatmak isteğiyle dolar ki insanın içi; hayatının her anını anlatsın, mutluluğunu, hüznünü, heyecanını, sevincini... sonra nereden başlayacağını bulamazda bir şey sorsun karşısındaki diye sabırsızlıkla bekler. Gözünün içine bakar. Ve susar kocaman sevgi dolu bir sessizlik. Nereden başlayacağını bilmediği bir hikayenin sessizliği

32. İstanbul Film Festivali

32. İstanbul Film Festivali kapılarını dün bizlere açtı... Har zamanki gibi bir sürü ödüllü filmler, gala gösterimleri mevcut. İş sebebiyle sadece hafta sonu filmlerine gidebileceğim için üzülmemek adına sadece uyan tarihlerdeki filmleri inceleyerek eleme yaptım. Şansımızda yaver gitti ve istediğimiz filmlere bilet bularak ilk gününden itibaren gösterimlere katıldık. Kimisine yönetmen, kimisine başrol oyuncusu katılımı vardı. Ki bu filmlere de bilet bulabilmiştik, şanslıyız doğrusu=)

30 martta başlayan gösterimlerin 11.00 seansında 'bayanlar ve baylar filmiyle tam bir festival havasında başladı. Bir sürü film arşivden çıkarılarak sahneler birleştirilmiş ve muhteşem bir eser ortaya çıkmıştı. Festival kapsamında izleme şansını yakalayamasanız bile izlenecekler listenize eklemenizi mutlaka tavsiye ederim.  
İkinci filmimiz "Gizli Kimya" idi. Filmin tanıtımından bambaşka şeyler hayal etmemden kaynaklı belki ama bu filmde beklediğimi bulamadım. Film ekiminde izlediğim 'Duvar' filmi gibi fazla sanatsal! geldi bana.
Bugünkü filmlerimizde sırasıyla; "Lizbon'a Gece Treni", "Zeytin" ve "Gün Doğarken". Bu filmlerde de daha önce izlediğim filmlerden veya okuduğum kitaplardan temalar buldum. Mesela "Zeytin" benim için biraz "Limon Ağacı" kitabını hatırlatıcıydı. Konunun geçtiği bölge olsun, bir ağacın simgeleştirilmedi... "Gün Doğarken" filmide yine ana karakterin toplama kampından şans eseri kurtulması ve  piyanist olmasıyla bağdaştırarak "Piyanist" filmini aklıma getirdi. 

Tüm bunların yanında Emek Sineması'nın kapanmasının ardından o festival ruhunun giderek yok olduğunu da belirtmek isterim. Emek'in o bir örnek kıyafetleriyle seyricilerini resmi bir şekilde karşılayan görevlileri bilhassa festivallerde geç kalındığında filmin bölünmemesine çok özen gösterirlerdi. 1 dk geç kalsanız dahi filme giremezdiniz. Filmi kaçırmanın hüznünü yaşarken babacan bir tavırla sizi uyarırlardı; 'sevdiğiniz şeyler için daha sorumlu olmalısınız, vaktinde gelmeliydiniz.' Bilhassa bu yıl daha önce festivallerde gösterim yapmamış sinema salonlarının katılmasının da etkisi olduğunu düşünerek başlama süresinin çok geciktirildiğini belirtmek istiyorum. Günlük süreçte gittiğimi filmlerdeki o sıkıcı reklam süresi kadar beklemeyle karşılaştık. Umarım önümüzdeki hafta izleyeceğim filmlerde böyle şeylerle karşılaşmam. 

Herkese iyi seyirler.