Bir Göçmen Kuşum Ben

Mevsim dönünce içinin soğuğundan havanın sıcağına kaçan göçmen kuşlar gibiyim. Hiç bir yere ait olmayan...
o dönencede zaman gelip yine kendini ısıtamayınca, sadece iyi şeyleri hatırlama düksturuyla bir önceki ısındığı yeri hatırlayıp, sonunda onu üşüttüğünü umursamazca
geriye dönen. döndüğünde ne o ince, çiçek açmış dalın üstüne koyduğu çalı çırpıyla yaptığı yuvayı yerinde bulabilen, ne de yanı başındaki ağaçta cıvıldayan kuşu.

Bir göçmen kuşum ben içimin soğuğundan havanın sıcağına kaçan, gözlerimi kamaştıran güneşe bakıp diğer şeyleri görmek istemeyen. 

kadın ve erkek

Ve çok sevdi kadın... Tek suçu buydu sevdiği için çok merak etmek; hani annelerde yapar ya meraktan arar sorar, başına bir şey gelmesin diye üzerine titrer işte öyle... Çok bir şey istemiyordu her an yanında olmak gibi ama haberdar olmak istiyordu... Onu hissetmek bilmek , tanımak... Ama fırsat vermedi erkek

kendimden korktum sana kaçtım....


"kendimden korktum sana kaçtım" Bu kelimelerle sevmek istiyorum birisini, ben kendimden vazgeçtiğimde beni benden çok sevdiğini bileyim de ona sığınayım. Yağmur olayım yağmaktan korkayım da buluta sığınayım. Sonra soğuklara gitmeyelim ama, düşmeyeyim bir buluttan damla olup yere, sonra her bir tanem nereye düşmüş bilemem. Toparlanamayız

Eskilerden..

Terk ettiği yerler vardır insanın yeşilliklerle dolu huzurlu bir köyde ki ev gibi... Belki de bırakıp giderken orası senin için en güzel mahrem, en güzel barınaktı. Başkaları içinde kıskanılası bir yer.

Uzun bir zaman geçti aradan, aklına huzur bulduğun o küçük ev geldi. Bir zamanlar tercih ettiğin o kalabalık büyük şehirden vazgeçtin ve geri döndün. Karşılaştıkların aklında kalan o huzurdan çok farklı şimdi. Etrafı başka bir sürü güzelliklerle dolmuş senin huzur dolu o evinin. Yıkılmış camları, kapısı da zaten sen gittikten sonra.

Ve döndüğünde eskisi gibi olsun bekliyor olmanın hayal kırıklığı.


İnsan kalpleri de aynı; severken bıraktıkları kişilerden hala sevgi sözcükleri duymayı bekliyorlar. Ama unutuyorlar, her şey değişiyor. Bitiyor sevgilerde, bıraktığın yerde kalmıyor kimse. Sonra böyle boş beklentilere girenler karşısındakini yalan söylemekle itham etmiyor mu gülüyorum doğrusu. Ne bekliyordunuz, kendinizi vazgeçilmez mi sanıyordunuz, yanıldınız. Bir süre acısı çekilmiş olunabilir ama hatıra olarak kalıyor her şey. Oturup konuşulabilecek bir konu haline geliyor sadece.

Yıl sonu yazısı :)

Büyümeye sevindiğimiz yıllardan sonra artık yavaş yavaş yaşlandığımıza üzüldüğümüz yıllara geliyorken hala çok rahatsız olmadan kendi yaşımızı söyler haldeyiz... Ama 2-3 hafta önce farkettiğim ilk beyaz saçımla çokta küçük olmadığımı bir kez daha gözler nüne sermiş olduk :)

Yeni yılda bir sürü güzel şeyler öğrenip, iyi ki tanımışım dediğim insanlarla çok güzel anlar yaşamak dileğiyle... Herkese mutlu seneler.

Sessiz Kurallar

Osmanlı zamanında hasta olan evin camına kırmızı bir gül konulurmuş, görenler o evde hasta olduğunu bilir, satıcılar da o sokaktan geçerken saygıdan bağırmazlarmış.

Hissetmek

aşk kelimesi çok yapma geliyor da hani o aşırı sevgi var ya birisinde kendini bulmak. Onu içinde hissetmek, canı acıdığında canının acıması. seni anlamadığını düşündüğünde bir uzuvunu hissedemiyormuş gibi üzülmek.
Dansta öyle eğer karşındakini hissediyorsan aynı kişinin hareketleriymiş gibi akış... adeta bunu ifade eden bir gösteri ise;

Akrep ve Yelkovan

Yine zaman değişmişti; akrep ve yelkovanın periyodik hareketleri farklı gözüküyordu, ahenk içinde dans ediyorlardı adeta. Ve.. masallardaki kırmızı, parlak güzel elmayı yemiş, beyaz atlı prensini uyuyarak bekleyen prenses misali anlamsız geçirmiştim bunca zamanı.
Sevgi güzeldi acısıyla birlikte belki; ama sevgi bitince (bitirilince) yeniden sevmek birisini, çok zor olmuştu. Sen güvenini sorgularken ya karşındaki bunalıp gitmişti ve yahut sana yaklaşan bir insan varken, korkup ateşten buhar olup kaçan su gibi kaçıyordun sevgiden...
Şimdi zaman değişmişti (inanmıştım en azından buna). Peki ne oldu akrep?

Bir ekim daha..

Bir kaç gün öncesinde daha açıklanmamış olan film ekimi takvimini bugün görünce hemen oturup filmleri incelemeye koyuldum
12.si düzenlenen Film ekimi bu yıl 28 Eylül-6 ekim tairhleri arasında gösterimlerini yapacak. Tabiki bu tairhler İstanbuldaki gösterimlerin tarihi. Geçen yılda olduğu gibi bu yılda başka şehirlerde gösterimler olacak. Bursa, İzmir, Trabzon, Ankara, Gaziantep, Diyarbakır ve Batman bu yılki diğer gösterim yapılacak şehirler.Vodafone sponsorluğundaki film ekimi bilet alanlarıda düşünmüş ve seçilen iki filmde bir bilet alana bir bilet daha veriyor.
18 Eylülde Siyah Laleliler ile satışlar başlayacak...

Şimdiden herkese iyi seyirler.

Doğruluk mu Cesaret mi

Sırf oyuna başlarken yalan söylemek yok denildiği için; doğruluk seçtiğimizde sevdiğimizi itiraf eden çocuklardık biz. İtiraf edecek cesaretimiz yoksa cesareti seçerdik... Yine de saklanırdık bir şeylerin arkasına çocuk saflığıyla.

Hikayenin Sessizliği

Bazen öyle anlatmak isteğiyle dolar ki insanın içi; hayatının her anını anlatsın, mutluluğunu, hüznünü, heyecanını, sevincini... sonra nereden başlayacağını bulamazda bir şey sorsun karşısındaki diye sabırsızlıkla bekler. Gözünün içine bakar. Ve susar kocaman sevgi dolu bir sessizlik. Nereden başlayacağını bilmediği bir hikayenin sessizliği

32. İstanbul Film Festivali

32. İstanbul Film Festivali kapılarını dün bizlere açtı... Har zamanki gibi bir sürü ödüllü filmler, gala gösterimleri mevcut. İş sebebiyle sadece hafta sonu filmlerine gidebileceğim için üzülmemek adına sadece uyan tarihlerdeki filmleri inceleyerek eleme yaptım. Şansımızda yaver gitti ve istediğimiz filmlere bilet bularak ilk gününden itibaren gösterimlere katıldık. Kimisine yönetmen, kimisine başrol oyuncusu katılımı vardı. Ki bu filmlere de bilet bulabilmiştik, şanslıyız doğrusu=)

30 martta başlayan gösterimlerin 11.00 seansında 'bayanlar ve baylar filmiyle tam bir festival havasında başladı. Bir sürü film arşivden çıkarılarak sahneler birleştirilmiş ve muhteşem bir eser ortaya çıkmıştı. Festival kapsamında izleme şansını yakalayamasanız bile izlenecekler listenize eklemenizi mutlaka tavsiye ederim.  
İkinci filmimiz "Gizli Kimya" idi. Filmin tanıtımından bambaşka şeyler hayal etmemden kaynaklı belki ama bu filmde beklediğimi bulamadım. Film ekiminde izlediğim 'Duvar' filmi gibi fazla sanatsal! geldi bana.
Bugünkü filmlerimizde sırasıyla; "Lizbon'a Gece Treni", "Zeytin" ve "Gün Doğarken". Bu filmlerde de daha önce izlediğim filmlerden veya okuduğum kitaplardan temalar buldum. Mesela "Zeytin" benim için biraz "Limon Ağacı" kitabını hatırlatıcıydı. Konunun geçtiği bölge olsun, bir ağacın simgeleştirilmedi... "Gün Doğarken" filmide yine ana karakterin toplama kampından şans eseri kurtulması ve  piyanist olmasıyla bağdaştırarak "Piyanist" filmini aklıma getirdi. 

Tüm bunların yanında Emek Sineması'nın kapanmasının ardından o festival ruhunun giderek yok olduğunu da belirtmek isterim. Emek'in o bir örnek kıyafetleriyle seyricilerini resmi bir şekilde karşılayan görevlileri bilhassa festivallerde geç kalındığında filmin bölünmemesine çok özen gösterirlerdi. 1 dk geç kalsanız dahi filme giremezdiniz. Filmi kaçırmanın hüznünü yaşarken babacan bir tavırla sizi uyarırlardı; 'sevdiğiniz şeyler için daha sorumlu olmalısınız, vaktinde gelmeliydiniz.' Bilhassa bu yıl daha önce festivallerde gösterim yapmamış sinema salonlarının katılmasının da etkisi olduğunu düşünerek başlama süresinin çok geciktirildiğini belirtmek istiyorum. Günlük süreçte gittiğimi filmlerdeki o sıkıcı reklam süresi kadar beklemeyle karşılaştık. Umarım önümüzdeki hafta izleyeceğim filmlerde böyle şeylerle karşılaşmam. 

Herkese iyi seyirler. 

Liebster Ödülümü aldım

İspat Aşikardır! beni bir yazısında mimlemiş daha öncede mimlenmeyi duymuşsunuzdur bloglarda bu seferki Liebster Ödülü ile birlikte ilerliyor. Liebster Ödülü nedir acaba?  takipçi sayısı 200 altındaki ve takip edilmeyi hakettiğini düşündüğünüz bloglara dikkat çekmektir.
Gelelim soruların cevaplarına;
1- Blog yazmak nereden, neden aklına geldi?
Türkçe kullanımına dikkat çekmek adına insanlara ulaşabileceğimiz bir platform arıyorduk(blogumuz) ve bu yola başvurdu. Sonra yazmayıda sevdiğim için blog sayım arttı. 
2- Blogunun ismini çok düşündün mü? Özel bir anlamı hikayesi varsa da paylaşsan güzel olur bence. Hadi hadi nazlanma ;)
ee bunu blogumda yazmıştım zaten buyrun... :)
3- Blog yazmak dışında yazar mısın? Mesela bir kitabın olsun ister miydin?
 Blogtan öncede defter tutuyordum şuan da da yanımda taşıdığım küçük defterlerin sayfalarına bir kaç satır yazarım hep :) Kitabımda olsa pekte güzel olur baskı kokusunu da pek severim zaten bir de kendi satırlarımın kokusu ayrı olur herhalde :)
4- En sevdiğim film/dizi karakteri hangisi?
Bu sıralar The Big Bang Theory/Sheldon :D
5- En sevdiğin süper kahraman hangisi?
 çizgi film kahramanı söylesem :P
6- En çok ... 'da (Facebook, Twitter, Friendfeed vs.) takılırım çünkü ...
Facebook  biraz alışkanlık biraz iş...
7- Yarın istediğin yere gidebileceğin bir biletin olsa nereye giderdin?
 hmm İtalya olur, Mısır olur, belki bir kızılderili kabilesi olur...
8- Sen de hep daha iyisini isteyenlerden misin?
Daha iyisini istediğimiz bir şey yoksa yaşama amacından uzaklaştığımıza inanırım, kısaca evet.
9- İlişki bir ihtiyaç mıdır sence? Neden?
Bir ihtiyaçtır. İnsanların alt beyinlerinde kabul görme isteği yatmaktadır. Bu ikili ilişkilerin yanısıra toplum ilişkilerinde daha barizdir. Eğer soru özel ilişkilerse o da ihtiyaçtır, sevmek sevilmek, nazınızın geçebileciğini bildiğiniz bir insan olması, her anınınızda sorgusuz sualsiz ulaşabileceğiniz her şeyinizi anlatabileceğiniz yanında huzur bulabileceğiniz birisinin olması ihtiyaçtır.
10-  Kendinde değiştirmek istediğin bir özelliğin var mı? Varsa nedir?
Bazen fazla alıngan olabiliyorum hatta içten içe alınıyorum insanları sorguluyorum. Fazlaca insan düşkünüyüm, insanları kaybetmekten çok korkuyorum. Bu huylarımı değiştirmek isterdim.
11- Soruları cevaplarken nasıl hissettin?
Biraz düşünceli bir süreç oldu :) ama ispat aşikar;)

Şimdi sıra hakkımda 11 gerçekte;
Soğuk havayı hiç sevmem, aslında sürekli soba kedisi gibiyim...
İnsanları kaybetmekten çok korkuyorum.
Şımartılmayı çok seviyorum.
İnsanları yanlış tanıdığımı farkedince çıldırıyorum.
Güleryüzlü insanları ayrı bir seviyorum.
Yapmacık insanlardan koşarak uzaklaşmak istiyorum.
Gün 24 saat olmasın daha da uzasın istiyorum.
Garfield moddan kurtulmak istiyorum.
Yemek yemeyi, yedi tatlar keşfetmeyi çok seviyorum.
Uçaklardan uzak kaldığımı farkettikçe çok üzülüyorum.


EE bunlardan sonra bir de kendi sorularımı sorma vakti geldi;
1) yaşadığınız hayattan memnun musunuz?değilseniz öncelikle neyi değiştimek isterdiniz
2)Çocukken en çok neden korkardın
3)Şuan görüşmediğin birisine ait sakladığın bir şey var mı? nedir?
4)Yaptığın en çılgınca hareket nedir?
5)Hangi mevsim senin mevsimin
6)Yaşantın boyunca yaptığın en iyi şey nedir?
7)Batıl inançların var mı?
8) Yanlış olduğunu bilip yapmaya devam ettiğin şeyler var mı? neden?
9)Ne iş yapıyorsunuz, yapmak istediğiniz iş mi?
10)Kşmden asla vazgeçemezsin?
11)Evde mi zaman geçirmeyi seversiniz, gezmeyi mi?

Bir de bloglarımı mimleyeyim
patikli penguen
ispat aşikardır
upgradingsouls
madeko

İskambil Kağıtları

Küçük yaşlardan itibaren bir çok çeşidiyle bilirim kağıt oyunlarını. Dedemden öğrendiğim kahvehane oyunları altmışaltı gibi, kuzenlerden öğrenilen kartla sihirbazlıklar, kızlar arasında meşhur kağıt falları, lise yıllarında öğrenilip  üniversitenin kantin kültürüyle devam edelin ihale, king gibi oyunlar... 
Maça papazına aşık olan bir arkadaşım bile var siz düşünün devamını :P

Peki iskambil kağıtları ne zaman, nerede ortaya çıktı? Bu bilgiye tam olarak ulaşılamıyor. Ama bugünkü şekilleriyle kullanımı 14. yy Fransasına dayanıyor. O tarihlerde, Fransa'da dört sınıf vardı ve iskambil kağıtlarındaki kupa, maça, karo ve sinek bu dört sınıfı temsil ediyordu. Kupa bir kalkanı andıran şekli ile asil sınıfı ve kiliseyi, maça bir mızrağın ucunu çağrıştıran şekli ile orduyu, karo ticari deniz işletmelerinin eşkenar dörtken kiremitlerinden esinlenerek orta sınıfı, sinek ise yonca yaprağına benzeyen şekli ile köylüyü temsil ediyordu.

Bugün briç, poker veya benzeri oyunlarda, kupanın en değerli, sineğin ise en değersiz kart olmasınıntemelleri bunlara dayanmaktadır...

Yeni Yıl

Bir sürü yıl geçti hayatımdan, hala çocuk ruhum yanımda ama bazende yorgunlukları hissediyorum. Geri de bıraktığımız 2012 yılında çok insan katamadım hayatıma, tanıştığım insanlardan hiç biri içinse iyi ki bu insan haytaımda diyemedim. Bana bir dost kazandırmadı 2012, pek ruhumu rahatlatacak huzur içeren günlerde yaşamadım. 2013 için farklı planlarım var bu yüzden. Kendimi daha mutlu edecek şeyler yapacağım daha fazla bilgi edineceğim daha çok yeni yerler keşfedeceğim daha çok insan tanıyacağım... Hoşgeldin 2013!!! :)