Kan Bağışlar mısın??

Geçen yıl da, Tog dahilinde katılmış olduğum  4yapraklı yonca projesine paralel olarak yürüttüğümüz kan bağışı kampanyaları yapmıştık...
Hem Göztepede hem de Çapa da gerçekleştirdiğimiz kampanyanın bu yıl ki ilk ayağı 4Ocakta Çapa da gerçekleşecek. Bu kampanya için kampüslerimizden servisler kaldırılacaktır. Ayrıca acil kan ihtiyacı olduğunda veya trombosit bağışlarının en fazla 5 gün saklanabiliyor olmasından dolayı ihtiyaç halinde sizlere geri dönüş yapabilmemiz için 'ad,soyad, telefon, kan grubu' bilgilerinizi yazarak 4yy.yildizsos@gmail.com  adresine mail atabilirsiniz... (bilgileriniz sadece bizde bulunmaktadır ve bize geri dönen çağrılar için mail yoluyla telefon yoluyla size ulaşmaktayız -istanbulda yürütebiliyoruz kampanyayı sadece bunu göz önünde bulundurarak istanbuldakiler mail atarsa sadece seviniriz)

olric olmayanlara..

"kafam cam kırıklarıyla dolu doktor. bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor, anlıyor musun? bütün hayatımca bu cam kırıklarını beyin zarımın üzerinde taşımak ve onları oynatmadan son derece hesaplı düşünmek zorundayım."

Oğuz Atay

(Ç)alıntı

Hani insan bazen ne ileri ne geri tek bir adım atamaz ya..birini yanında tutmayı bilmez ama yokluğunu da istemez... Kaybetmeyi göze alamaz ama kazanmak içinde mücadele etmez... Bağlanmaya cesaret edemez ama azat da etmez o'nu.. Ne sevilmekten vazgeçer ne sevmeyi bilir. Hani çok sonra zaman geçer savrulur ya, o zaman dökülür dudaklarında itiraf edercesine. Ne gözümü alabildim, ne de göze alabildim..

bir kaç...

*Tüm şarkılarda bir cümle olmak ama bir şarkının tamamı olamamak... Ya da olduğun cümlenin sonundaki noktayı bulamamak...

*Bir eksik iki fazla oldum ben hep tam sınırını bulamadım ya çok çocuktum ya çok gerçekçi, ya çok ciddiydim ya da çok sevecen birşeylerin ortası yoktu, bende bulmaya çalışmadım...

*Ama noktalar her biten cümlenin sonuna konmaz mıydı? Noktalar nereden gelirdi, ünlem gibi inerdi cümlenin sonuna ya da üç nokta gibi nereye giderdi?

ne kötüdür...

Ne kötüdür insanın aklıyla yüreği arasında çaresiz kalması..Ne kötüdür an kadar yakın bi asır kadar uzak olması.. .Ve bilir misin ne acıdır insanın bildiğini anlatamaması... '' Ben '' deyip susması, '' Sen '' deyip ağlamaklı kalması....


**Nazım Hikmet**

pegasus

     Pegasus ismini duymuşsunuzdur. Havayolları şirketlerinden biri olarak isminden bahsettirirken aslında bir mitolojik canlı ismidir. Ve şekil olarakta belki bizim çocukluğumuzda meşhur olan Ponylerden biliyorsunuzdur.
     Yunan mitolojisinin kanatlı atı. Rengi tamamen beyaz ve uçmasını sağlayan kanatları vardır. Mitolojideki bağlar oldukça karışık ve ilgisiz olsada annesi babası ve kardeşleri üzeirne yorumlar var:) Poseidon(deniz tanrısı) ve Medusa(bakınız:p) nın oğludur. Ayrıca Zeus'un oğlu herkülünde kardeşi olarak biliniyor ama aradaki bağ nasıl bilemiyorum:D Başından çocuklarını doğuran erkek tanrılar varken Pegasusun Medusa'nın kafası kesildiğinde toprağa sıçrağan kanlarından doğduğu çokta ilginç değil aslında.
     Görevi Zeus'un yıldırımlarını getirmektir.
     Kanatlı atın Türk mitolojisindeki ismi ise Tulpar'dır.
    Bellerophontes adındaki savaşçı, çeşme başında:P gördüğü Pegasus'u tanrıça Athena'nın kendisine verdiği altın bir dizgin ile ehlileştirdikten sonra onun üzerine binip serüven aramaya çıkar.Ağzından ateş fışkıran, üç kafasından biri aslan, biri keçi ve biri yılan olan canavar Khimaira'yı öldürür; Amazonlar olarak bilinen kadın savaşçıları yener. Yaptıklarından gurura kapılan Bellerophontes gökyüzüne uçmak isteyince, Pegasus onu üstünden atar. Anlatıldığına göre, Zeus Bellerophontes'in böbürlenmesinden öfkelenmiş, Pegasus'u gıdıklaması için bir böcek göndermiş, böcekten huylanan Pegasus ondan kurtulayım derken binicisini sırtından atmıştır. (bu böceğin atsineği olduğuda söyleniyor)  Bu olaydan sonra gökyüzüne uçmayı sürdüren Pegasus çok geçmeden bir takımyıldıza dönüşür.

eğitime isyan

Hiç bir eğitimden geri kalmıyorum malum:P Matematik okuyorum derken, yazılım, açıköğretim, yabancı diller, işaret dili falan sıra formasyona geldi. Aslında öğretmenlik yapmayı düşündüğüm söylenemez öncesinde olmazsa şunu yaparım dediğim bir sürü alternatif var. Ama Klasik altın bilezik bulunsun zihniyetiyle ailem sebebiyle aldım. okulum devam ediyordu ya da zaten buralardaydım...
Ama şöyle bir sorun var bize sözde eğitim öğretim naısl olmalı, psikolojisi tekniği nedir anlatmakları gerekirken ortada amaçla çelişen birşeyler vardı!!!
Aslında bölüm öğrencilerine lisans eğitimlerine paralel olarak formasyon eğitimi alma hakkı geçen yıl verildi. Ama bizimkiler hoca sayımız falan az derken bizi bu haktan mahrum bıraktılar. Bu yıl üçüncü sınıflara zorunlu olarak dersleri açmak zorunda kaldırlar ve artık 4 hafta sonra son sınıflara verilen hakka karşı koyamadılar. Olaylar böylece başlamış oldu. Bizlerin 4 Haftalık ve kayıt haftasoyla birlikte 5 haftalık ders kaybımız vardı. Bazı hocalar eksiklerimizi gidermek için çabalarken hiç değilse kaynak önerirken bazıları sorun yaratmak için elinden geleni yapıyordu. Son olarak hasta halimle dersi takip etmek için gittiğimde karşılaştığım tehditler beni bıktırdı. Dersin hocası kendisini sadece 3. sınıflar için sorumlu görüyordu- acaba biz sınıfta onun için ne ifade ediyorduk sıra masa veya saksı?? ya da felsefi olarak varlığımızın ispatlanmasını mı bekliyordu??- onlar isterse ek ders yaparım onlar isterse konuları söylerim onlar isterse diyen başlayan bir sürü cümle.. sınıfın yarısı 4. sınıf iken hakkını savunan sadece iki kişi vardı. Burada üzülmesi gereken haklarını aramayan, arayamayan öğretmenlerin yetiştiriliyor olması mı yoksa ayrımcılık yaparak onlara örnek olup birşeyler öğretmeye çalışan kişilerin varlığı mı? İkisi de birbirinden daha üzücü konular aslında... Öğretmenlikten öte üniversitede okuyan öğrencilerin haklarını bilmiyor olması kendilerini ifade edemiyor olmaları ya da dersten kalmak gibi bir tehdit altında olmaları onları engelliyorsa birkaç gün sonra birileirnin daha sorumluluklarını aldıklarında bu insanlar neyi savunacak?? Yoksa güdülenler arasına katılacak birileri mi olacaklar??
Diğer yandan üniversitelerin ayrım gözetilmeden eğitim öğretim yapılan yer olması gerekirken kendilerine göre öğrencileri bölen 'istemiyorum sizleri gelmeyin bile' diyebilen görevlilerin ilericiliklerini sorgulamak  gerek...

kartlar açık oynayalım

Bir yerden başlasam, aslında sorulacak ne kadar çok soru, anlatılacak ne kadar çok duygu vardı. Ve belki dökülecek bir sürü gözyaşı... Ben başlayacak yer bulamadım, zaten dinlemesini istediklerimde pek sormadılar ne oldu diye. Soranlar varsada aslında duymak istediklerim onların cevapları değildi, tabiki onların söyledikleri de önemliydi ama bazen kişilerin kendisinden olaylarla ilgili yorumlar istersiniz ya, öyle bir şeydi benim çözüm yolum. ihtimalleri düşünmekten yorulmuştum herhangi bir sorun için. her şey çok açık olmalıydı dolaştırılmamalıydı kelimeler. Söylenilmek istenenin anlaşılmasını beklemek biraz kaçmaktı benim gözümde. Varolanı saklamamak gerekirdi ya da yok olanı eğlenmek için varmış gibi göstermemek. gelin hayatı kartlar açık oynayalım. Kazandıracak olan şans ise sadece yolu o belirlesin...

beyaz adam geldi

Önce bir gemiyle geldiler... Misafirlerimizdi, onları sahilde hediyelerle karşıladık. Silahsızdık; çünkü hiç ihtiyacımız olmadı. Kardeştik, severdik, paylaşırdık... Silahı onlar tanıttı... Tutarken yanlislikla elimizi kestik, kanımız aktı... Evlerimize buyur ettik, konuklarımızdılar... Yedirdik içirdik, yatırdık, hizmet ettik... Topraklarımızı, dağlarımızı, sularımızı, ovalarımızı gezdirdik... Sevindiler... Sevindik!..




Renkleri ne kadar beyazdı bizimkilere göre...

Sonra gittiler; memnun ederek uğurladık dostlarımızı!..

Bir gün, tam sabah gün doğarken, ak tenli dostlarımız; gemileriyle, çok, çok olarak geldiler... Beklemiyorduk; çok erken gelmişlerdi...

Demek sevmişlerdi bizi, toprağımızı, göğümüzü; sevindik...

çoktular... Silahlıydılar; üstelik ellerini de kesmiyorlardı...

Ayakları karaya bastı ve sonra hiç beklenmeyen, olmayacak olan oldu... Şaşırmıştık, acaba ne yapmıştık da beyaz dostlarımız bizleri öldürüyordu...



Evet, beyaz adam, bu sefer gülen yüzlerimizi ağlatmaya, varlığımızı yağmalamaya, gençlerimizi köle yapmaya, karılarımıza tecavüz etmeye gelmiş! şaşırdık!.. Neden?



Biz özgür göğün, geniş toprağın, mağrur dağların insanları; barış, sevgi, dostluk bilirdik, savaşı beyaz adam öğretti... Hiç haketmedik öldürülmeyi, savaşı, köleliği...



Erkeklerimizi öldürdüler, yaktılar çocuklarımızı ateşte diri diri... Toprağımızı yağmaladılar... Karılarımıza kızlarımıza tecavüz ettiler... Köle diye götürüldük yurtlarına... Sattılar...

Tanrıya inanmamızı söylüyordu, elinde incil, siyah cübbeli, beyaz tenli papaz... Reisimiz sordu: "tanrı size bunları yapmanızı mı söylüyor? Cennet dediğiniz yere sizler mi gideceksiniz? Öyleyse; ben sizin olmadığınız yeri, cehennemi seçiyorum. Eğer bizleri değil de, sizleri, zulmünüzü onaylıyorsa tanrınız; böyle bir tanrıya inanmaktansa, inanmamayı yeğlerim! "



Hiç bitmedi beyaz adamın gelmesi... Onlar geldikçe biz bittik; biz bittikçe onlar geldi...



Beyaz adam, yaptıklarını anlatacak kelime bulamıyorum, bizim böyle kelimelerimiz yok; senin yaptıklarını en iyi anlatacak yine sensin, senin kelimelerin... Kara yüreğin, beyaz tenin gibi olabilirse birgün, anlatırsın yaptıklarını!.."



Tosawi

çocukluğum tek tabanca

Bana bir sonbahar fısılda
senden başka masumiyetim yok
çocukluğum tek tabanca
 
-Küçük İskender-

Ayasofya Müzesi

             Başka bir seyşr noktamızda çok küçük yaşlarda birkez daha ziyaret etmiş olduğum Ayasofya Müzesi idi. Biryerlerinde sürekli restorasyon olduğunu duyduğumuz müze hala aynı durumda. Bir yandan yenileme çalışmaları yapılırken bir yandan ziyaretçilerini kabul ediyor. Yakın zamanda bir programda caminin 4 köşesinde yer alan melekler hakkında bilgiler duymuştum. 9.yy da yapıldığı düşünülen meleklerin şuan birinin yüzü açık halde diğerleri figürler altında kapalı. Ve melekler içinde sadece birinin üst kanatları farklı konumda.Ayrıca 6 kanatlı melek hristiyan inancında cennet kapısının bekçisi olarak da biliniyor. 9. yüzyılda yapıldığı düşünülen 
Meleklerin  yüzünün açılmaısyla ilgili farklı bakış açılarının farklı yorumları var. Bunlardan biri;
Hıristiyanlar, Fatih döneminde kapatılan bu mozaikleri, gün yüzüne çıkarmak için       - tıpkı KİN KAPISI gibi-  “Kutsal Bir Zamanı” kolluyorlar… Yani kısaca o meleğin yüzünün açılması için "başka bir tarih" beklenmektedir.
Hıristiyanların kendilerine göre inancı ve planları şudur: 2010’lu yıllarda meleğin biri, yüzünü gösterir, 20XX’de de diğer melekler yüzlerini gösteririler… Ardından diğer semboller bir bir ortaya çıkar.
 
 Constantinople ve Ayasofya Hıristiyanların olur. Bu müjdeyi, işte yüzünü ilk gösteren MELEK verir! 
Melek figürü dışında ilk kez bugün duyduğum camiinin dönme hikayesi vardı. Başparmağınızı sokup camiiyi çevirmeye çalıştığınız-bu sırada birde dilek diliyorsunuz- bir oyuk var.

İstanbul İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi

              Dünyanın ilk İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi olarak haberlerle açılan bir müzedir kendisi. 2008 yılından beri İstanbul'da ziyaretçileriyle buluşurken bizde ancak bugün buluşabildik:p  Müze kartımızı kullanalım, bir gezmece görmece, yok ders konusu mu derken kendimizi Ayasofya dan sonra orada bulduk.
               Müze Gülhane parkında. 9-17. yüzyılların bilimsel ve teknik gelişmelerini yansıtan eserler, detaylarına sadık kalarak hazırlanmıştır. Eserlerden bazılarının konularından bahsetmek gerekirse; astonomi, fizik, kimya, tıp üzerine bir sürü eser var. Yıldızların birbirine uzaklıklarını ölçen aletler, saat amaçlı kullanılan kandilli bir avize, ameliyatlarda kullanılan çeşitli cerrahi aletleri, dönemin hastanelerinin maketleri, küre üzerinde açı tayininde kullanılan aletler, kimyada maddelrin ayrışımı için kullanılan yapılar ve birsürü şey... Yalnız baktığınız şeyin ne olduğu üzerine açıklamaları okuyup daha da anlamsızlığa kavuşmamak adına özel kelimelerin anlamlarına ulaşabileceğiniz bir şekilde gidin.

fermuarlar yarıya...

            21eylül tarihi Whitcomb Judson'ın ölüm yıldönümüdür. Whitcomb eşyalarımızın birçoğunda yer bulan fermuarların mucididir. 21 Eylül 1922'de öldüğünde, Chicago'da bütün fermuarlar yarıya indirilmiş. Belki sizlerde anma havasında yarın hava koşulları el verdiğince, en azından hırka fermuarlarınız yarıda dolaşabilirsiniz...

bayramlar hiç bitmesin=)

Ve gecikmeli başlayan bir tatil=) geçen yıl tatillerimin azalmasına sebep olan hatta tatillerimin iptal olmasına sebep olan kursun bir bölümünün tekrarını alıp onu da 9 günlük tatile denk getirdim ne mutlu bana 5 gün tatilim oldu :p
Neyse ki en azından tatilim var(:
İçimde çocukluktaki bayram sevinci yok tabi ama her zamanki gibi özlemle karışmış bayram coşkusu var. Seviyorum ben bayramları kalabalık ortamları (benim için bayram tek gün o ayrı birşey). Baklava telaşıyla başlayan bir heyecan temizliği falan derken bayram günü namaz saatine göre ayarlanan alarm sesiyle başlar. Dedemle birlikte namaza gitmek için dayım ve kuzenim gelir bayram başlamıştır artık. Kurban bayramıysa mideyi bastırmak için biraz atıştırma ve kurbanın kesiminden sonraki kahvaltıyı beklemek, geniş bir aileyle bayram coşkusuyla kahvaltı keyfi:) evlere dağılış bu sefer bayram düzeniyle bir birliktelik el öpmeler çikolatalar tatlılar kahveler, evde zaten şeker tadında bir sürü insan... Daha ne istersin ki oradan geleneksel bayram yemeklerine bu sefer babannemin yanında kalabalık bir aile ardından bayram biter arkadaşlarla gelenek olmaya başlamış akşam gezileri=)
Bize her gün bayram ama böyle özel bayramları da seviyorum kırmızı pabuçlarım baş ucumda uyumasam da içimde Barış Manço'nun bugün bugün bayram şarkısıyla uyanan bir çocuk var...
O zaman bayram için yolculuk başlasın...

karşındaki kişide kimsin

İnsanların yanındaki davranışlarınız size nasıl hissettirdiklerine göre değişir... Ne kadar sorgulamadan davranıyorum desenizde bu böyledir.
Sizi irdelemeden yaklaşıyorsa birisi rahat olursunuz, her söylediğinizi yargılıyorsa çekinirsiniz, sizi dinleyeceğine inanıyorsanız konuşursunuz ve belki karşınızdaki kişinin sizi dostu olarak gördüğünü hissediyorsanız tüm dertlerinizi rahatlıkla anlatırsınız. Ya da birisini aramama sebebiniz gerçekten aramak istemediğinizden değildir onun aramamasındandır; sizinle konuşmak istemediğine inanırsınız ve aramazsınız sonuç olarak sizin hareketlerinizi karşınızdaki kişide kim olduğunuz etkiler...

kimsin sen diye sordu çocuk

      İlk doğduğunda bebek herkes aynıydı. Herkese naz edebiliyordu; ihtiyaçlarını karşılayamadığından ağladığında herkes yardımına koşuyordu. O zamanlar herkesin farklı olduğunu bilmediğinden, sorgulamadan yanındakinin kim olduğunu ağlardı. Büyüdü; birkaç hitap sözcüğü öğrendi çok şey değişmedi genel olarak saçı uzun olanlar ve kısa olanlar ayrıldı, bir kaç yıl sonra farklıydı herkes... 
       Bazen tanımadıklarının yanında da aynı davranırdı şımarırdı hemen bir ses ismini bağırırdı yüksek sesle; 'rahatsız etme başkalaırnı'. Zamanla kişilerin kim olduklaırnı sorgulamaya ayırdı hep birkaç dakikayı neler yapabilirdi, yapsa ne olurdu, karşısındaki kimdi... 
        Kıpır kıpırdı, şımarıktı o zaten ama terslenmekten korkar olmuştu ve sadece onu seven insanların yanında şımarmasına kızılmıyordu... 
Yine en çocuk hallerindeydi elinde uçup gidecek bir balon vardı onu kaybetmek korkusundaydı, şımarabileceği birilerini arıyordu tam o anda... Başını kapıya yaslayıp yoldan geçen birisine 'kimsin  sen?' diye sordu çocuk...  İçindeki en çocukca sevgiyle belki elindeki uçan balonu paylaşacaktı belki şımarık bir kaç söz söyleyecekti.... Ama yoldan geçen kişi duymadı onu belki de bir küçük çocuk diye kaale almadı.
       Çocukta elindeki balonu o cevap vermeyen kişiyi takip etsin diye bıraktı arkasından el sallayarak... 

rüzgar gülü

öyle bir rüzgar var mıdır ki yanında başı dönen bir rüzgar gülü varken sen kımıldamadan durasın...
sen misin ki gereğinden fazla sabit olan yoksa o mu bir rüzgardan haddinden fazla etkilenen...
Bir terslik varsa ikinizde ama rüzgarda değil, onun suçu yoktur zaten ki
Esip geçer ve gider sizi izlemez, ne yaptığınızı hiç sorgulamaz...
Aynı rüzgar yeniden esmez ama bilesin.
Ya sen sabit durmaktan pas tutarsın ya da yanı başındaki rüzgara kapılıp yerinden uçar gider.
Savrulur, etrafa çarpar, kırılır parçalanır ama rüzgara kapılıp giderken bir umudu vardır...

uç uç böceği

bende uç uç böceği olacağım artık :P
Havacılığa karşı değişik bir tutkum olduğunu beni tanıyanlar bilir. Üniversiteye başladığımdan beri havacılık kulübüne gireceğim paraşüt eğitimine gideceğim derken yıllar geçti ama ben eğitimlere gidemedim. bunun sebebi hem eğitimlerin belli dönemlerde yapılıyor olması ve sonradan katılamıyor olmamız hemde kulüpte esen soğuk hava dalgaları:P yildizsos'tan alıştığımız sıcak ortam yok kulüpte ama yine oradan bir arkadaşın uçuşlara katılıyor olmasından dolayı bu yıl -gelir misin -gelmez misin -ay ne zaman, nerde konuşmaları içinde kendimi eğitimlerde buldum. hafta sonu iki gün süren teorik eğitimlerden sonra bir de sınava girdik. %90 başarı elde edemezsek uçuşa çıkamazsınız denildi ve bir kez daha sınav lanetiyle karşılaştım ama işin ucunda semalar olunca sınava çalışmak çok ürkütücü olmadı... Sonuç olarak sınava girdik ama 90 alamadım, gerçi o teşfik için söylenilen bir sınırmış yer eğitimlerinden sonra yapılacak sınavda o başarının sağlanması gerekiyormuş. Şuan için aldığım notla başarılı sayılanlardanım ve yer eğitimlerini bekliyorum=) 
Eğitimden küçük notları da yine yazacağım... 

Buradan Yetkililer Süslenmek İstiyorum


Birilerine hep seslenmek isteriz değil mi?? Her zaman değil bu sefer süslenmek istiyoruz. Evet evet doğru yazdım:)

Bu dikkat çekmek adına bir proje. Bu Projeyle yapılmak istenen HIV ve AIDS’e dikkat çekmek ve bu hastalara destek olmak.


Fatih Akdan’ın Projesi’nin isim babası ve serginin sembolü haline gelen karikatürün sahibi ise ünlü Karikatürist Metin Üstündağ.

Fatih Akdan bu projede makyaj yapmayı insanı yaşama bağlayan, yaşam sevincini gösteren bir metafor olarak kullanıyor. Makyaj yaparken insanların yüzünden aynaya yansıyan mutluluk bu fotoğraflarla anlatılıyor. 2 yıldır  hiç bir ayrım gözetilmeden fotoğraflanan 600 gönüllünün fotoğraflarından seçmeler oluşan bu sergiyi ziyaret etmek isterseniz;
"Buradan Yetkililere Süslenmek İstiyoruz" fotoğraf sergisi, 14 Ekim - 1 Kasım tarihleri arasında Point Hotel / Piola'da.
Elde edilen tüm gelir Pozitif Yaşam Derneği'ne bağışlanacaktır. 

mevsim sonbahar

Mevsim sonbahar değil mi bende yapraklarımı döksem fark etmez...

Bakmışsın yavaş yavaş hissizleşmiş kıpır kıpır olan yaprakların, ama senden değil soğuyan havadan, acımasız rüzgardan... Toprak köklerine besin vermediğinden belk ide, yani doğadan beklediklerini alamadığından... Sen doğadan beslenemediğinden  yapraklarınla arandaki hücreler ölür ve bir bir düşer yere... 

Ardından hava daha da fenalaşır karlar yağar gövden duruyordur. Zordur kış şartları ama bahar gelir yine belki sen donmuş olursun gerçi göremezsin baharı ama kim bilir belki çiçek açar dallar yine...

Hilal ve Güneş: İstanbul'da üç Japon

İsimden de anlaşılacağı gibi İstnabuldaki üç Japonu konu ediniyor sergi. Ama Türkiye - Japonya dostluğunun başlangıç yıllarında, bu dostluğun inşa edilmesinde önemli rolleri olan üç sıradışı Japon’un bu kıtaları birleştiren şehirdeki yaşantılarını...  
sergide 120 yıllık bir dönem konu edinilmiştir.
16ekim 2010 ve 20 şubat 2011 tarihleri arasında bu sergiyi pazartesi günleri dışında Pera Müzesinde ziyaret edebilirsiniz...
Bence gezilesi;)

fethedilmiş kelimeler

diğer blogumdan fethedilmiş kelimeler adlı yazımı okuyabilirsiniz. Özentilik dışında yerleşilen coğrafyadan dolayı dile giren yabancı kelimeleri konu almaktadır.

yazıyor yazıyor gelecek yazıları yazıyor:P

geliyor ne yazılar geliyor:D dil üzerine bir yazı, yetkililere süslenmek istiyorum segisi, hilal ve güneş: istanbulda üç japon sergisi, paraşüt için ilk adım=) yer eğitimlerinden küçük notlar:, Türkiyede'ki trajik haberlere çemkirmeler,pekin-paris raliilisinde Türk pilotlar 2. oldu, işaret dili eğitimi ilerliyor...
şimdlik bunlar yeter sanırım kısa sürede geliyor yazılar;)

fon müziğini hazırla

İçim sıkılıyor denilince bana öyle şeyler söyleme çok kötüyüm bugün kaldıramam denilir mi ya??? Anlatın işte ikinizde oturun birbirinize olmadı ağlayın ama dertlerinizi paylaşın değil mi... Ne zaman bu kadar uzak oldu iki insan birbirine. Ne zaman dinlemez anlatmaz hale geldi insanlar...

En güzeli bir sahile gitmek denize karşı oturup o an fon müziği olarak ne olmasını istiyorsan açıp dinlemek, içinde ne varsa anlatmak esip giden rüzgara, belki denizin tuzlu suyundan bir kaç damlanın yanaklarından aşağı süzülmesine izin vermek... Böylece ne bir insanın sırt döndüğünü görmüş olursunuz, ne de sizi dinleyen kişi birkaç gün sonra bunu yüzünüze vurabilir...

Hem bazen sorunları birisine anlatmamak daha iyidir. Anlattığında yeniden yeniden sana sorulur ve unutmana fırsat verilmez yeniden sorunlar canlandırılır.

Tüm bunlardan sonra sanırım vakit bir deniz kıyısı bulup rüzgarı dinleme vakti anlatılacak bir şeyin olmasada huzur bulunabilir bence=)

güvenemiyorum affedersin...

ben insanlara güvendikçe üzüldüm
bu sefer güvenemiyorum affedersin
güvenmek tanıdıkça olur dersen sorun yok
ben zaten şu an güvenemiyorum

ben eskiden tanımadan güvenirdim
tanıdıkça insanlara şekil biçerdim
ama tanıdıkça güvenim sarsıldı hep
sonra bende değiştim
hemen güvenemiyorum artık affedersin

senin daha hiç suçun yok merak etme
ben kurar oldum hepsi bundan hayat işte
güvenilebilecek zamanları kaçırıyorum evet belki de
güvenemiyorum affedersin...

film ekimi

Zor hava koşullarında nasıl gideceğiz minibüs mü, inelim mi, koşalım mı derken caddede koşan iki kişi ve sırılsıklam olan B.G. ve ben:D saçlarımızdan sular süzülerek girdiğimiz ulaşım için arabanız yoksa uzun bir yolu yürümek dışında şansınız olmayan bir yerde kurulmuş, tuvalet kabinlerinde plazması olan bir ortamda:P maçka cinebonusta film ekiminin ilk filmini izlemeye gittik...

Evet işte film ekimi artık başlamıştı:D iki haftadır derslerine daha hiç gitmemiş ben ise bu hafta artık derslere gitmeliyim deyip malesef az filme katılacağım... Tabiki ilk filme ulaşma güçlüğü dışında bir de bu festivallerin bilet alma olayları var:) Ececik ve Arzu 8.30 da taksimde Atlasta sıraya girmesine rağmen, ben ise ancak 10dan sonra yanlarına gidebildim. ve gittiğimde sıra Atlasın içinden taşmış bayaa bir uzun hale gelmişti. Saat 11de gişe açıldı bizimkiler erken denilecek bir saatte orada olmasına rağmen 12ye kadar işimiz sürdü. Ama sonunda elimizde toplam 45 bilet vardı:D:D:D mutlu son gidilmesi planlanan her filme ön sıralardan bile olsa yer bulunmuştu -lale kart bizi mahvediosun:( - Biz filmlerde ilk 3 sırada ancak yer bulabilirken geri dönüşte uzun bir süre yanımızda etten bir duvar tarzında duran o kadar insanın hayallerinin yıkılacağını bilmek kötüydü... Ama denemeye değer tabiki.

Diyeceğim şu ki belki yer bulamama ihtimaliniz olur ama şansınızı deneyin hala bilet almamış olsanız bile, festivaller kaçmaz;)

tozu dumana katmak

Dün gece camıma bir kaç damla çarptı uykumdayken ve ardında yağmurla birlikte gelen bir toprak kokusu evet evet bilirsiniz işte yağmurda içinize işleyen mis gibi huzurun kokusu... uyku arasında aslında sesten uyanınca sinirli olurum ama olmadı bu sefer mutluydum şehri dinledim sonra, hiç kimsenin sesi yok şehir sessiz... Ne kadar da güzel bir şehrin sessizliği, herkes uykularında, kimsenin birbirinden haberi yok. herkes kendi hayatını yaşıyor ve kimseye karışmıyor o an.
Ve sonra yarın yolculuk... Kalabalık bir şehir her an trafiğe yakalanacak mıyım derdi, ulaşımın saatler sürmesi... Bİrde dersler bitince hemen o şehirden kaçmam var tabi; ben hep sorumluluklarım varken orada bulundum derslere koş sınava koş kursa koş... Ve orası benim için bir sorun-sorumluluk şehri... Ama belki bir gün orada da yağmur damlaları uyandırırsa beni toprak kokusuyla birlikte (9.kata gelir mi o koku bilemiyorum=)) severim o şehride=)
zaman yollara düşmek zamanı bir çantayı alıp çekelemek işte bütün veda bu şehrin o yağmurda kokan havasını tekerler arasında tozu dumana katmak...

2milyon İstanbullu

İstanbul'un ağaçlarının üçte birini feda edebilecek bir lüksü var mı acaba? o kadar insan varken ve trafik sorununu çözeceğiz derken daha fazla araç kullanılsın gibi teşvikler yapılırken daha yüksek oranda karbondioksit üretimi ve daha az oksijen...
Peki ya canlıların oksijen ihtiyacı, peki ya yeşile duyulan özlem... Her yer zaten betonlaşmış durumda. Siz insanları toplu ulaşıma teşvik etmek yerine neden böyle bir yolu tercih ediyorsunuz. tabiki kastetdiğim ulaşım her gün gördüğüm rezalet kalabalık otobüsler değil. ya da binebilmek için 3.sünü 4.sünü beklediğiniz tranvaylar değil. ama harcanacak bir bütçe varsa toplu taşımanın daha insancıl olması için harcanmlaıdır. o zaman bu insanlarda daha fazla masraf yaptıkları özel araçlarından vazgeçeceklerdir. ki böylelikle bu şehir egsoz dumanına daha fazla maruz kalmayacaktır.

peki bu köptünün yapımına karşı çıkmak için neler yapılabilir? bu cumartesi yani 2/10/10aksami saat 20.00’de Istanbul’ lular kendilerine en yakin sahile gidip ellerinde mumlarla, 2 milyon agacin kesilmesine razi olmadıklarını söyleyecekler.

daha ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz...

kurallar

Hangimiz kolay sevdik ki?
Sevmeyi çok önemsedik,
herkes gibi dillere pelesenk etmedik de biz bu sözcüğü ondan oldu.
Her gördüğüne seni seviyorum diyenlerden değildik,
sevmek bizim için önemliydi.
Belki söylenmesi kurallar içeren bir kelimeydi bizim için,
yazılı olmayan kurallar...

Arzu'nun iletisine itafen yazılmıştır öpüldün Arzucum:)

Medusa

Nazar inanışı vardır topraklarımızda yıllardır... Mitolojinin beslendiği topraklar olduğuna inandığım bu bölgeler ve Yunanistan topraklarına da yakınken hem nazar hem mitoloji karışımı bir şeyler olabilir değil mi:)
nazar için mavi cam boncuklar kullanılır aslında ama birazda mitoloji sokarsak işin içine kem gözlerden korunmak için medusa başı da işe yarar.
peki medusa kimdir?? 
Yunan mitolojisinde yeraltı dünyasının canavarı olan üç Gorgona'dan biridir. Gorgonalar 3kız kardeştir ve ikisi ölümsüzken Medusa ölümlüdür. 
peki neden Medusa'nın kötülüklerden koruduğuna inanılır??
Çünkü Medusa kendisine bakanları taşa çevirme gücüne sahiptir

Medusa vaktinde bu özelliği sebebiyle başı kesilerek öldürülmüştür.Kanından Kanatlı tek boynuzlu at olarak bildiğimiz Pegasus veKhyrsaor doğmuştur

Antik dönemde büyük yapıları ve özel yerleri kötülüklerden korumak için Medusa figürleri kullanılmıştır. Günümüze kadar ulaşmış figürlerden birisi Didim Apollon Tapınağı bahçesindedir. Ayrıca İstanbul Yerebatan Sarnıcında da iki sütun altında Medusa başlarını görebilirsiniz birisinde ters iken diğerinde yan haldedir. bu iki başın Genç Roma Çağına ait yapılardan sökülerek buraya getirildiği araştırmacılar tarafından söylenmektedir.

Pekin Paris

ilki 1907 de yapılmış, o zamandan günümüze kadarda sadece 3 kez yapılan,4.sü şu an devam etmekte olan bir ralli... Klasik Otomobil yarışı Pekin Paris Ralliisi!!!
25 ülkeden 106 otomobil ve bir motosiklet,Çin Seddi'nin Juyongguan bölümünden Gobi Çölü'ne doğru hareket etmekte ve aralarında Anadol A1'in de var iki Türk pilot ile. Aslında hikaye tam da bu noktada biraz ilginç=)
Ahmet Şefik Öngün ve Erdal Tokcan, daha öncede yarış için başvuruyorlar ancak kabul görmüyor arabaları. Araçlar 1968 öncesi yapım olmak zorunda ve parçaları o günün şartlarına uygun. Durup düşünüyorlar eski araba ne olabilir ve akıllarına Anadol geliyor. Yazıyorlar komiteye ama ellerinde bir Anadol yok :D Anlatıyorlar Türk yapımı bi r marka şöyle böyle... Derken kabul görüyor, bu sefer napıcaz telaşı:) Ümraniye Belediye Otoparkı'nda bir araba buluyorlar. 1967 model bir Anadol A1.40 yıllık arkadaş olan Türk pilotlar 1500 liraya otomobili satın alıyorlar ama 100 bin dolar harcayarak yarışabilir duruma getiriyorlar...
Artık iki pilotumuz yollarda. 7 Ekim'de Türkiye'ye giriş yapıp, Erzurum'dan İstanbul'a gidecek. 11 Ekim;de Türkiye;den ayrılacaklar.
Rallideki iki pilotumuzun bir de yardım amaçları var;
Öğrencilere burs verilecek, Ülker'in ana sponsorluğunu üstlendiği Türk Takımının elde edeceği gelir, Toplum Gönüllüleri Vakfı'na aktarılarak, 250 üniversite öğrencisine dört yıllık burs olacak. Türkiye;de her yıl 1 milyon öğrencinin maddi sorunlardan dolayı üniversiteye gidemediğini ileri süren pilot Ahmet Şefik Öngün, şu ana kadar toplanan 400 bin dolarla 70 öğrencinin 4 yıllık bursunu karşılayacaklarını belirtti. Öngün, bundan sonra da SMS yardımlarıyla 1 milyon dolar daha toplayıp bu sayıyı 250;ye çıkarmayı beklediklerini ekledi.

peki sms le nasıl destek oluruz diyorsak;
4555'e BURS yazarak veya boş mesaj göndererek, 10 TL katkıda bulunabilirsiniz...

TEK BAŞINALIK

Ben tek başına ne yapabilirim
Diye düşündü biri
Ve hiçbir şey yapmamaya 
Karar verdi

Ben tek başına ne yapabilirim
Diye düşündü bir öteki
Ve yalnızlığının
Kuytuluğuna çekildi

Ben tek başına ne yapabilirim
Diye düşündü bir üçüncü 
Ve tek başına
Düşünmeyi sürdürdü

Ben tek başına ne yapabilirim
Diye düşündü yüzbinler
Ve tek başınalıklarını
Sürdürdüler

Ben tek başına ne yapabilirim
Diye düşündü milyonlar
Milyonlarcaydılar 
Ve tek başınaydılar

Bu arada
Birileri
Onlar adına
Kararlar vermekteydi

Tek başına
Olduklarını sananlar
Topluca, ortadan
Kaldırıldılar...

Ataol Behramoğlu

çocuklar için mi=)

Yine başladı dönem ve daha stand açmadan üye alımları, proje başlamadan internetten çocuklar için etkinlik bakmalar:D Gerçi bu çocuklar için bölümünde bir duruyorum çünkü gördüğüm resimleri falan çok beğeniyorum ki çocuklara yaptıralım  yok tavşan yok palyanço falan derken bir bakıyoruz biz onlardan çok eğleniyoruz. hatta yanımızda bir çocuk kalıyor biz 5-6 kişi kendimiz oyun oynarken resim boyarken buluyoruz kendimizi. Ben içimde şımarık bir çocuk ruhunun olduğunu kabul ediyorum ama kocaman kocaman bizlerin bu şekilde anasınıfına gidiyormuş gibi takılması pek normal değil tabiki:D

Aslında çocuklar bazen çizdiğimiz resimleri falan beğenmiyor, hatta bir iki denememizde olmadıysa tamam tamam olmuş dursun şurada diye bizi avutuyorlar(bakınız muhammed) ama biz onlarla ve kendi oyunlarımızla iyi vakit geçiriyoruz. Onlarında yüzlerindeki gülümsemeleri gördüğümde eğlendiklerine inanıyorum. Yeni dönem için aldığım birkaç resmi ve geçen yıl yaptıklarımızı paylaşayım madem. bekleyin bizi çocuklar geliyoruzz=)

yukarıda bu yıl yapalım gibilerinden iki yeni çalışma:D
ve
aşağıda geçen yıl yaptıklarımızdan

minik tavşan

togcan

formulaz

Konsey anlatımından önce araya bir renk katalım:D
f1'i turların tamamını izleyerek takip edemesemde bu yıl,  haberlerden takip ediyorum. derken gözüme bir şey çarptı: Formulaz:D aslında ikincisi düzenlenen bir organizasyonmuş. gözümden kaçmış.
peki nedir formulaz????? :S
Yurdumun güzel insanı taklitleri pek sever, yapmak isteyince de bir şeyi kafası güzel çalışır yapar benzetir eğlenir:) isimden de anlaşılacağı gibi bu sefer formula yarışlarına özenilmiş. sonundaki laz ekide etkinliğin Rize'nin Tunca beldesinde yapılıyor olmasından. Formulaz tahta araba şenliği, formula arabaları tarzında her parçası tahtadan yapılmış arabalar yarıştırılıyor. Pilotların :) 18yaş üzerinde olması gerekiyor. Ve 700 metrelik etaplarda gruplar halinde yarışılıyor:D
o zaman açılın formulaz geliyorr:D:D:D:DD

konseeeeeyyy

Veee yepyeni bir yolculuk. Yarın Bolu'ya doğru Hazar ile yola çıkıyoruz. Çünkü 16.gençlik konseyi bizleri bekliyor...Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Toplum Gönüllüsü Gençleri bizlere ev sahipliği yapacak. 12.si bizim üniversitemizde yapılmıştır. O dönem hazırlıkların içinde bulunmamıştım. Şimdi katılımcı olma şansını yakalayınca bırakmadım düştüm yollara(yarın düşeceğim yani:D)

Peki konsey nedir?
yazılarımı okuyanlar bilir ben bir toplum gönüllüsü gencim=)  Ve Tog'un bir sürü örgütlenmesi var. Bunlar arasında bilgi alışverişi yapılsın, belirlenen yılın teması üzerine fikirler paylaşılsın diye her örgütlenmenin katılımcı gönderdiği 4gün süresiyle devam eden, capcanlı, sevecen insanların olduğu bir toplantıdır. örgütlenmelerin yerellerde yaptıklaır projelerinin sunumu yapılır, belirlenen yılın teması üzerine fikir alışverişleri yapılır ve bir sürü şey..
Geri dönüşte daha ayrıntılı anlatabileceğim. Bekleyiniz:D

kısa kısa

Söylediğin yalan değildi hayallerimi yıkan, bir taneden ne olurdu ki... Ama söylediklerine inanamazdım daha ve yeni hayallerde seni konuşturamazdım.


*******


Ayaklarımızın altında bir çember vardı ve ilerlediğimizi sanarak aynı yerleri yeniden geçiyorduk.
 Ne dönebilecek bir köşe bulduk biz hayatta ne de bir yol sonu geri dönecek.
 Hep deli gibi dolandık durduk.


*******


Şizofren sevgiler diyarı benim gönlüm... Kendim kurdum sözleri; mutlu oldum. Kendim bozdum sözleri; hüzün buldum. Vakti geldi yüzleştim şizofren oldum

benim senin parana ihtiyacım mı var abla

Biz küçükken ihtiyacı olanlara para vermesi öğretilen çocuklardık... yolda gördüğümüz ihtiyacı olan kişilere anne babalarımız para vermezdi de destek olmayı, paylaşmayı öğrenelim diye elimize para tutuştururlardı. Şimdi biz mi öğrendiklerimizi unuttuk yoksa dolandırıcılık arttı da ihtiyaçları olanları mı bulamaz hale geldik. Ben son yazdığımın olduğuna inanıyorum. başıma gelen bir kaç olay anlatayım;
arkadaşımla dolaşmaya çıktık. yürürken yolda bir kadın geldi. üstü başı düzgün, dilenmek için kendini paralayan bir tip değil belli. Elinde oğlunun olduğunu söylediği bir sağlık karnesi ve ilaçları almak için para denkleştiremediğini söyledi. Gereken tutarıda söyleyince çıkardık cüzdanları dnekleştirdik parayı verdik. Teyzenin söylediği ilk miktardan eminiz ama parayı sorgulamadan verdiğimizi görünce birden 'ben o kadar demedim şu kadar dedim diye iki basamaklı sayının onlar basamağı değişiverdi' baktık kandırılıyoruz. verdiğimizi de geri almadan uzaklaştık. O zorlukta hasta birisinin olmaması sevindirici ama salak yerine konuluyor olmamız üzücü.

Gelelim yol parası olmayan teyzelere, İstanbul'a yolu düşenler bilir aylık akbil sistemi vardır. Verirsiniz her ay 55 liranızı 200 defa araçlara binebilirsiniz. bizde geziyoruz diye her ay doluruyoruz. Yine gezdiğimiz birgün teyze geçti önüme kızım yol param yok dedi. Tamam teyzecim ben otobüse tranvaya neye binceksen akbil kullanayım dedim. aa teyze bir kızdı bana olmaz para ver diye :D neye uğradığımı şaşırdım. derken yoldan geçen başka bir teyze dolandırıyorlar kızım kanma diye çığlık attı bu sefer kulak çınlaması falan derken kendime geldim ve yoluma devam ettim.

son olarakta ramazanda dolaşan ilahili dilenciler..
bir binadaki su paralarının çalınması üzerine komşulardan biri fırlar sokağa başlar bağrınmaya. malumunuz ben ramazanda 3-4 civarında uyanıyorum ve teyzenin bağırmasına uykumu yarıda kestim. son cümleyi yazıyorum buraya.
dilenci: benim sizin paranıza mı ihtiyacım var abla.
ee güzel kardeşim niye dileniyorsun:D

Ve haberlerde gördüğümüz bacağının üstüne oturup bacağım yok diye dilenip zabıtayı görünce koşmaya başlayanlar. bir sokakta dilenip diğer sokakta mercedeslere binip gidenler.

Zaten zor güven duyulan dönemlerdeyiz birde bu gerçekler... Bizi yardımsever olmaktan uzaklaştırdı. Bulabilir miyiz gerçekten yadıma ihtiyacı olanları? bu sorunun cevabı ise çok zor.

kadın hakları tiyatrosu

Ve bayıldığım rakam 7 yedi 7 yedi .... =)

Bu seferde bir tiyatro etkinliğine adını veriyor. Uluslararası beğeni kazanmış okuma tiyatrosu yedi Türkiye'deki ilk temsilini23 eylülde  geçekleştirecek.


Seven, yedi kadın hakları savunucusu kadınla yapılan röportajlara dayalı belgesel nitelikli bir tiyatro yapıtı.Bu kadınların yedisi de özgürlük ve adalet uğruna imkansızı başarmış kadınlar. Şimdi sıra İstanbul’da.
Yedi, insan hakları konusunda hassasiyet yaratmaya ve aynı cesaretteki daha çok kadını gerçekliğini paylaşmaya çağıran bir oyun.


olarak tanıtılmakta.
sahneleneceği yer:Muammer Karaca Tiyatrosu (Muammer Karaca Çıkmazı, No:3 Beyoğlu/İstanbul)
Saat: 20:00 de sizde ücretsiz olan gösterime katılabilirsiniz.

istanbul'da caz

ve İstanbul'dan bir etkinlik daha=)
bu sefer yer Pera Müzesi.



2010 Japonya Medya Sanatları Festivali’nde Mükemmellik Ödülü’nü alan genç medya sanatçısı WADA Ei’nin, 17 ve 18 Eylül’de Pera Müzesi’nde gerçekleştireceği canlı performansı, “Braun Tüpü Caz Grubu” ses, imge ve ışık arasındaki muhteşem ilişkiyi ortaya çıkarıyor





17 Eylül Cuma
17:00 - Sanatçı Performansı: “Braun Tüpü Caz Grubu / Pera Café
18:00 - Sanatçı Performansı: “Braun Tüpü Caz Grubu / Pera Café 
19:00 - Sanatçı Sunumu ve Performansı: Pera Müzesi Oditoryumu ve Pera Café 

18 Eylül Cumartesi 
14:00 - Sanatçı Performansı: “Braun Tüpü Caz Grubu / Pera Café 
16:30 - Sanatçı Performansı: “Braun Tüpü Caz Grubu / Pera Café
 katılım da çok uygun sadece 5tl, kaçırılmamasını umut ederim. yalnız etkinlik dili japoncadır. 

Bizans'tan şiirler

İstanbul'dan uzaktayım ama İstanbul'dan etkinlik haberleri kesilmiyor..
Eyy şiir seven, İstanbul'u seven takipçilerim son iki günü ama hala gidebileceğinizi düşünerek "Bizans'tan Günümüze İstanbul Şiirleri" etkinliğini bildirmeyi bir görev bilirim:) 2010 AKB kapsamında düzenlenen etkinliğin takvimi;
iyi dinletiler=)

güneşini uçak keser:)

Beni tanıyanlar bilir havacılığa ayrı bir ilgim olduğunu savaş uçakları, paraşüt sporu planörler falan derken gökyüzünde gördüğünüz her şey ilgimi çeker...
Ayrı bir huzur buluyorum gökyüzünü izledikçe mavinin her tonunu görmek çok yükseklerde olduğunu bilmek hoş bir duygu...
İstanbul'daki evimin havaalanına yakın  olması çok büyük bir mutluluk uçuşların yarısını görebiliyorum balkon camlarını açıp salonda koltuğun üzerine uzanıp iniş kalkışları izlemek müzik eşliğinde huzur verici ama benzer duyguların yaşanacağı daha güzel bir yer keşfettim:) aslında birkaç yıl önce haberlerde görmüştüm burayı ama yazısını yazmak bugüneymiş..

Hollanda'ya bağlı St.Maarten Havaalanı; deniz şeridinde bir yer. siz sahilde güneşlenirken birden güneşiniz kesiliyor kim var başımda diye baktığınızda neredeyse 10metre üstünüzde inişe geçmiş ya da kalkışta olan bir uçak görüyorsunuz, rüzgarıyla sizi de uçuruyor belki.

tatil planlarımı bu yöne doğru çeviriyorum seneye buraya gidelim=)

hayat mı bize ait yoksa biz mi hayata ait...

Film izlerken kitap okurken şizofreni üzerine kurulu olayları çok severim. Ayrı bir sempatim var. Bazen düşünüyorum acaba şizofren olabilir miyim diye hayır veya evet diyen bir cevap yok içimde:D Mutlu olmamı sağlayan olaylar hayal ürünüyse bana bir zararı yok, ama eğer arada moralimi bozanlar?? O zaman tedavi olmak gerek:P

Etrafımızdaki herkes kendi yarattığımız karakterlerin yansıması olsaydı. Hani psikolojide de denir ya karşındaki insana ilk yüklediğin sıfat senin korkularındır diye işte öyle mesela sevmediğimiz bir insan; yalancı, yalan söylemek üzerine olan nefretimiz o insana karşı duygumuz olsa. Bir diğeri güler yüzlü olsa onu sevsek hep güler yüzlü olmak istediğimiz gibi... Böyle uzayıp giden kimine biraz ondan biraz bundan huylar kattığımız insanlar her biri bir yemek gibi tatlı ve tuzlu... Her tadı tattıktan sonra yediğimiz tatlı olsun ama mutlaka bir kıyıda(gerçi ben yemekten önce yerim ya hadi neyse=) 

Ama şizofreniyi kabullenme konusunda şüphelerim var:p seviyor sevmiyor filmindeki gibi belki etrafımızdakilere  farklı bir dünyamız olmadığını söyleriz, tedavi için verilen haplardan bile o dünyaya uygun resimler yapabilir sadece yalan söylmeyi öğrenerek kurtulabilirisiniz...  Ya da akıl oyunlarındaki gibi tedavi olup ama hala bir anda karşınıza dikilen kişinin varlığından emin olmak için bir başkasına orada biri var mı diye sorabilirsiniz.. Ve belki 23 çözmeye çalıştığınız sorunların merkezinde aslında siz varsınızdır.

Aslında hayat bir film, sonunu acemi bir senarist yazmış gibi bir gün gözlerimizi açacağız farklı bir dünya yaşayacağız ne o bize ait olacak bir rğyadan fazla ne de biz uyayn bir insanın hareketlerinden fazla dünyayı yararı dokunan bir canlıdan fazla ona ait...


Evet evet duyuyorum siren sesleri geliyor ellerinde ters bir gömlek kaçmak vakti şimdi=)

YıldızTog

Kan bağışı, 4yapraklı yoncaların ziyareti derken kitap bağışı için haberdar etmeler... Yıldıztog ile ilgili bir şeyler anlatmaya çalıştım buradan kısa veya uzun...
Hep sesimizi duyurmaya çalışıyoruz belli platformlardan YıldızTog olarak şimdi de Blog alemine giriştik=)
Planlarımızdan, projeler için araştırmalarımızdan  bahsedip yaptıklarımızı, duyduğumuz sevinçleri paylaşacağımız bir sayfamız var artık... Hepinizi bekleriz...Hoşgeldiniz=)

yalnızlık...

Yalnızım çünkü sen varsın, seni bilmesem yalnızlık nedir bilemem. 
Hani varlığını bilmediğin birşeyin eksikliğini hissetmezsin ya işte öyle bu da... çiçeği bilmesen aramazsın toprağın üstünde, belki estetik bir eksiklik hissedersin ama başka  birşeylerle tamamlamaya çalışırsın... ki bazen yaparsın; renkli birşeyler bulmak, bir saksıda yetiştireceğin, emek vereceğin çiçek yerine bir biblo yerleştirmek, konuşamayacağın, güneşi fazla gelince solmayacak, suyunu çok dökünce çürümeyecek birşey bulacaksın. Duygusu eksik olacak ama boşluğu dolduracak.İşte bunları varlığını bildiğin bir çiçek olduğunda anlayacaksın
ama bilmiyorsan yetinmesini bileceksin.
Yalnızlıkta böyle...

Atlar



Kimisi için hayranlıktan öte hastalıktır atlar... Her fırsatta at binmeye giderler ya da evlerini ofislerini at figürleri süsler... Ama gerçekten bu değeri hak edebilecek bir zevk olabilir bu sevgi bence. Bir kere çok asil hayvanlar; duruşları bir zerafet var, hareketleri desek o da öyle bir düzen içinde.
Belkide bu ilgim kanlarımızdan gelmekte... Türkler için atlar hep önemli olmuştur. L.Rasonyı m.ö. 4.y.y. dan önce Ural dağlarının doğusundaki batı Türklerinin yurdu olan bozkırlarda yaşayan prototürkler equus prjevalşki türü atı evcilleştirmişler. Yani bu dönemden beri Türkler atları evcilleştirmektedir.
Eski Türklerde at kültürü ile ilgili çeşitli bulgular bir belge olarak,bu gün çeşitli ülkelerin müzelerine değer katmaktadır.Yenisey yörelerinde eski Türkler tarafından, kayalar üzerine yapılmış at resimleri ve çok eski dönemlere ait,Türk mezarından çıkan eşyaların üzerinde süsleme sanatı olarak at figürleri kullanıldığı görülmektedir.Eski Türk destanlarında ve efsanelerinde at baş tacı dır,ayrı bir yeri vardır.
Oğuz destanı atla başlar.Dede Korkut ta ,Bamsı Beyrek öyküsünde atla kardeşleşmiştir.
en çok bilinen türleri arap atı ingiliz atı midilli gibi türlerdir; arap atı çok dayanıklı binek ve yarış atıdır. 
ingiliz atları arap aygırı ve ingiliz yerli kısrakların çiftleştirilmesiyle oluşan bir soydur.
arap atından daha uzun bacaklıdır.midilliler ise küçük sevimli atcıklardır:) maden ocaklarında yararlanılan yerler vardır:(
Ben özellikle arap atlarını beğeniyorum. simsiyah olanları ya da sadece yüzünün üstünde hep benzer olan beyaz bir leke...


bunlar dışında atlarla ilgili özelliklerden de bahsedeyim;

-bacak kemikleri kilitlenebilir atların ve böylece ayakta uyuyabilirler.

-uzun bacakları koşu konusunda imkan tanımaktadır.diğer hayvanlardaki gibi köprücük kemikleri yoktur, böylelikle daha büyük adım atabilirler.

-atların yaşı kesici dişlerinin aşınıp yıpranmasına göre anlaşılır

görüşmek güzel:)

2yıl önce; 19-22haziran 2008de bir eğitimde(Gençlik ve Sosyal Haklar Eğitimi) tanışmıştık biz 'ahhh ne kahraman ne cesur ne güzel çocuklardık bizzz' -diye yazmıştı  açılan grupta hüseyin:)  Evet öyleydik ve görüştükçe konuştukça biz hala öyleyiz diyorum...
Eğitimden sonra Aybike ile görüşme şansım olmamıştı. Hafta içi nasılsın ne yapıyorsun diye konuşurken İstanbul'da staj yaptığını öğrendim ve iki yıldır bir türlü fırsat bulamadığımız görüşme fırsatını bulduk. Aslında geçen yıl hep birlikte toplaşma ayarlamaya çalışmıştık ama olmadı malesef:(

Dışarıdan olanlara çok saçma gelir 3 gün içinde tanışıp kaynaşmak ve arkadaşlıkların devam etmesi ama biz böyle görmüyoruz görüştük ve kaldığı yerden devam ediyor her şey, insaların arasındaki mesafeler sorun olmuyor yeter ki kafalar arasında mesafeler olmasın:)

Birbirimizi gördüğümüz anda yüzümüze kocaman gülücükler yerleşti sımsıkı sarıldık.. başladık taksimde gezmeye bir yandan anlatıyor dinliyor dertleşip arada geçen zamanları azaltıyorduk. pasajlara girdik çıktık.. sahafalara girdik kitaba '... dan hatıra olsun' yazan alperin kitabını sahafa satan kız hakkında yorum yaptık ayıp dedik olmaz dedik:p Sonra pek tabiki sözler döndü dolaştı eğitime geldi o çok şey yaşadığımız kısacık 3 güne... Alperin takla atması, izlenen futbol maçına, son dakikada atılan gole , gecenin 1'inde adalarda gitar eşliğinde söylenen şarkılara, 19kişinin 202 de toplaşmalarına 3kişilik odalarda 5şar 7şer uyumalardan bahsedildi, pek tabi daha bir çok şeyden... Bende geri dönünce hemen face deki gruba baktım anıları yad etmek için ah hüzünlendim yahu..

Derken Mehmet'in İstanbul'da olduğunu ve yanımıza geleceğini söyledi Aybike tabi ayrı bir sevinç bir kişi daha geliyordu ekipten. Bekledim birilerini de yolda görelim diye sayımız artsın, bi bakmışız hepimiz oradayız, hayal, tabi olmadı ama olsaydı güzel olurdu:D Mehmet nişanlısıyla birlikte gelmişti, seneye artık ekipçe düğüne gideriz heralde Kütahya'ya:) değişiyor zamanlar ama yakalıyoruz birbirimizi. Tekrar başladık anıları anlatmaya.

Çok güzel zaman geçirdim. Gelen iki arkadaşıma da çok teşekkür ediyorum. Orada olmak isterdi diğer arkadaşlarımda biliyorum. Başka bir zamanda hep birlikte olmak dileğiyle.. hepiniz çok özlendiniz...

sığınma ve sığınma olanaklarından yararlanma

maillerimi kontrol ederken karşılaştığım ve bence herkesin bilmesi gereken haklarımızın paylaşıldığı bir siteden haberdar etmek istiyorum sizleri(umarım  bu haklarımızı kullanmak zorunda kalmayız hiç bir zaman)

Herkesin zulüm altında başka ülkelere sığınma ve sığınma olanaklarından yararlanma hakkı vardır.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi; Madde 14

İltica ve göç alanındaki temel bilgi ve belgeleri bir araya getirmeyi hedefleyen madde14.org sitesi yayına başladı. İltica ve göç alanına ilişkin temel terimler, hukuki metinler, ulusal ve uluslararası raporlara ulaşılabilen sitede ayrıca bu alanda çalışan sivil toplum kuruluşları ve resmi kurumların kısa bilgilerine ve künyelerine erişilebilir.

Şu anda 100 kadar madde başlığına sahip site, ilerleyen dönemlerde içeriğini genişleterek, alana dair, başlangıç ve orta düzey deneyim ve bilgiye sahip kullanıcılar için, temel bir kaynak site / bilgi bankası olma hedefinde.

madde14.org

şeytan kulağına kurşun...

Öyle rutin haberleri kontrol etme merasiminde birden gözüm fotoğraflarla yorum olarak ilerleyen haber değeri taşımasada çoğu haber sayfalarında bulunan tıklanma sayısını artırma amaçlı oluşumlara takıldı:D gerçi bakmasını seviyorum bu albümlere ama habermiş gibi sunulması hoş değil tabiki. Neyse aslında bahsetmek istediğim şey Türk gelenekleri. "Şamanizm den gelen Türk gelenekleri" başlığıyla ilerliyordu fotoğraflar.

Kendimiz yapmasak bile büyükannemizden komşu teyzemizden mutlaka birisinden görmüşüzdür; kötü bir olaydan bahsedildiğinde kulak memesini çekip tahtaya vurmaktan. "amaaan tahtaya vur" "ayy şeytan kulağına kurşun" gibi ses efektleride eklenir. sonra kimleri tahta bulamadıysa dişine falan vurup çeşit kazandırır olaya... Albümde  bu gelenekten;" kötülükten korunmak, kötü ruhların duymasını önlemek amacına dayalı bir şaman inancı" olarak aktarılmakta.  Ben ise bu geleneği nereden okuduğumu hatırlamasamda geliş zamanının putperestlikte zorla vazgeçirilmeye çalışılan insanların putlarını duvarlarına gömmek zorunda kaldığı zamanlara dayandığını duymuştum. ve dönemin insanları tanrı olarak gördükleri putlarından bereket dilerdi, yardım isterdi. bu harekette kulakların çekilip duvara vurulması; put bizi duy, bak başımıza kötü şeyler gelecek bizi kour dercesine dua etme şeklidir.

taş kağıt makas...

Yazacağım yazacağım.. Ya unutuyorum ya da aklıma gelince zamanım olmuyor  Şimdi yazayım  bari tatilde öle haberlere bakalım falan diye tv açtığımda amerikadaki taş kağıt makas ligine denk geldim evet lig... Bizde küçük çocukları yolda falan oyuncak bulunamadığı bir anda oyalamak için kullanılan oyunu bir spor musabakası yapılacak halde yaygınlaştırabilmişler. Biz vaktinde kendimizi böyle geliştiremedik ama neden oxford vardı da biz mi okumadık:P yoktu bu spor dalının lisansını veren bir kurum ilgilenmedik ciddiye almadık başarılarımızı:) ama lige katılan kişlerin röportajlarında sabahlara kadar antreman yaptıklaırnı duyabiliyorusunuz;
-Nasıl çalıştınız
-Valla komşunun oğlunu çevirdm öle oynadık tabi çocuk bu çakal hile falan yaptı ama olsun. Tüh bu olmadı bizimkiler böle cevap verirdi. Peki röportajda ne dediler;
- Sabaha kadar konsantre oldum antrenörümle ciddi bir şekilde çalıştık kol kaslarımıda geliştirdim.

Lig olunca kurallarada ihtiyaç var tabiki bizim bildiğimiz kurallar devam ediyor; kağıt taşı sarar, taş makası kırar ve makas kağıdı keser. Yalnız yarışanları da yanıltan bir kural var yanlış hatırlamıyorsam 2008den beri uygulanıyormuş, kağıt işareti bir elin diğerinin üzerine dikey konularak yapılmıyor ikisininde yatay olması gerekiyor. Bu kuraldan dolayıda kaybeden yarışmacılar oldu. Setler halinde oynanan bir oyun ayrıca...
Oyunun ne zaman nerede icat edildiğine gelince; belki cilalı taş devrinde oynanıyordu belkide ademle havva yasak meyvayı yemeden önce bile oynuyodu:P
 Ama acevedo'nun bir eserinde yaratılan arketipte; "mavi kaplanlar" öyküsünde, hintlilerin çıkmaktan korktukları bir tepede bulduğu mavi taşları cebine koyan anlatıcının ve öykünün birinci tekil kişisinin cebinde iki şey daha vardır... bir berberinin mektupları ve onları açmak için kullandığı makas. Buradan sonra hikaye nasıl devam etmiştir bilmiyorum tam olarak, ama Türk olsaydı bu karakterler iddiaya falan girerlerdi heralde sonra zar bulamazlardı o anda, bu nesneleri birer şekilde eşleştirip bir oyun haline getirilerdi:P ama acevedo nasıl karakterler yaratmıştır malesef bilmiyorum...

işler biter, sokaklar bekler...

Yazmıştım geçenlerde tatilden dönünce kendimi bir sürü işin arasında bulduğumu. Hepsi belli zamanlara kadar bitmiş olmalıydı... Durmadan çalışmak lazımdı önce bitmek bilmeyen yaz okulu derslerinin sınavları; ee insan derslere de girmeyince daha fazla çalışması lazımdı derken onlar bitti kursun teslim edilmesi gereken projesi için koşuşturma başladı şans ya kullanacağım programın süresi doldu şaka gibi tam sınavlar bitiyor şevkle çalışmaya başlayacaksın dı dıt çalışamıyorsun:/ ertesi program bulmak için koşuşturmaca fln yazmaya başladım ama haliyle 1ay zaman verilen projeyi 2 günde yazmaya çalışırsan yetişmiyor. Elimde imkanlar vardı ama önceden yüksek notlar almış projelerden birini teslim edebilirdim. Hiç biri daha önce aynı hocaya verilmemişti. Ama yapamadım, ben bu iş üzerinde çalışmak istiyorsam ve başarılı olmak istiyorsam bunu yapmamalıydım ve zamanında çalışmamak olsada bilgi eksikliği de olsa hepsini kendimin diye sahiplenmeliyim... Bakalım sonuçları neler olacak... haftaya yeniden sınavlar başlıyor ama şimdi de biraz hemen özlenen kitaplara, insanların cıvıl cıvıl dolaştığı sokaklara çıkma vakti. İstanbul kokusunu içimize çekelim...

vedalar:(

Veda etmeyi sevmem ben ama uzun süre duracak olunca bir yerlerde veda etmeniz gerekiyor insanlara. Hatta öyle oluyor ki merhaba derken hoşçakal kelimesini de sıkıştırıyorsunuz aynı cümleye... Kimisinin yüzünü göremeden telefonla hoşçakal demek...
 Ayrılıkların hepsi kötüdür ama eskiden bu kadar etkilenmezdim gidip gelmelerden ben, ne oluyor bilmiyorum yaşlanıyor muyum duygusal mı oluyorum ama bir şeyler oluyor... Belki çok sevdiğim insanlardan uzak kalmak daha dokunur oldu artık. Hani yanına kedi gibi sokulup sessizce durabileceğin senden birşey beklemeden seni sevebilecek insanlardan uzaklaşmak gözlerimi doldurabiliyor şimdi:(
 ben bıktım artık yolllardan... ışınlanmayı falan icat etselerde her an sevdiklerimizin yanında olabilsek bir yerlere giderken sevdiklerimiz arkamızda kalmasa nerede durmak istediğimizi düşünmesek:S

tatil dönüşü...

Bir hafta her şeyi unutmak, dinlenmek, çok sıcak olmadan deniz kenarında ve havuz başında uzanmak... işte uzun süredir beklediğim tatil. zamanı belki biraz kısaydı ama bütün bir yılın yorgunluğundan sonra pekte iyi geldi.
Genelde alır başımızı yollara düşeriz gezerek havasına sahiline bakarak bir yerlerde kalırız ama bu yıl biraz değiştirdik sistemimizi yurt içi ve yurt dışı değişim sistemi olan RCI'a katıldık bu yıl, yerli bir tur firması aracılığıyla. bir otele üye olarak belli zaman dilimleri üzerinden kaydınızı yaptırıyorsunuz hem güvenilir hem uygun bir şekilde güzel otellerde kalım imkanı buluyorsunuz. 3 yıllık bir kayıtla girdik biz sistem içine, otel değişimi olayını ise seneye keşfedeceğiz bakalım nasıl oluyor, sorun çıkıyor mu, her şey organize edilmiş mi öğreneceğiz.
Kendi tatilime geri dönersem, en sevdiğim eylem yemek yeme eşliğinde aralara bilardo, yüzme, animasyon, yarışma sıkıştırdığım güzel zamanlar geçirdim. Ama geri dönünce işlerin birikmiş olduğunun farkına varmak pek eğlenceli değil malesef:( Beni ve teslim edilmeyi bekleyen bir kurs projesi, haftaya sınavları olacak olan ama benim daha hiç derslere bile girmediğim bir yaz okulu ve bir sürü konu beni beklemekte... Şimdi yeniden tüm işlerle yüzleşme vakti hadi bakalım...

dostlarıma

bloglarda gezerken okudum elif şafaktan alıntı bir yazı, bir bölümünü daha önce biyerlerde gördüm ama böyle bütünü daha bir anlamlı olmuş... beni şekillendiren canım dostlarıma itafen yazmak istedim:)


Dost hayatın hediyesidir. Aramakla bulunmaz, şans işidir ama kıymetini bilmeden de olmaz. Dostların yaşlanır. Sen yaşlanırsın. Beraber değişirsin. Dostluklarla aynı kalan yoktur. Bu yollarda, kâh hızlı kâh yavaş ama sonunda pişmeyen yoktur. Dost insanı alır ellerine bir hamur parçası gibi yoğurur. Bir bakmışsın değişmişsin. Bir bakmışsın aynı konuşmuyor, aynı düşünmüyor, dünyaya eski gözlerle bakmıyorsun. Şaşırırsın. Ne vakit, nasıl oldu da değiştin böyle anlayamazsın. Dost en fakir ruhu bile zenginleştirir.
Dost aynadır. Senin aynandır. Ruhunun en saklı köşelerini sana yansıtandır.—- 
Elif Şafak

iş görüşmeleri:D

Okul bitti bitecek derken, kurs bitti iş mi staj mı noluyor falan bu sefer çalışmak istediğim alanda iş görüşmelerine başladım birer birer :)

Daha önce bir süre matematik öğretmeni olarak çalışmayı düşünmüştüm ve bunun için birkaç dershaneyle görüşmüştüm. Ama içinde öğrenci olarak bulunduğum bir yapıydı bunlar ve düzenlerini az çok bilebiliyordunuz. 6 ay kadar çalıştığım kurumda da dershaneden daha samimi bir ortam vardı.  anlaşılacağı üzere resmiyetten uzaktaydım bu günlere kadar. Şimdi biraz boyut değiştirdi işler daha ciddi yerlerle görüşülmeye başlanıldı. bankalar, holdingler derken görüşmeye gidilen kıyafet tarzı değişti önce. Ardından konuşmalar. Yükselme hedefleriniz? Yazdığınız şu projeyi bir de ingilizce anlatınız... Bukelamun gibi renkten renge giren bir Melek:D Ama sonuçta kötü olmadığına inandığım görüşmeler. Bakalım geri dönüşler olumlu olacak mı:)

İzlanda da lezbiyen başbakan evlendi...

Evet bizim ülkemizde yollara görüldüklerin insanlar tarafından sözlü veya fiziki tacize uğrayan, dışlanan, barlardan kovulan... Onur haftası etkinliklerinde fiziki şiddete maruz kalıp karakollara saatleri geçirmek zorunda kalan kişiler her geçen gün bir ülkede daha kabul görüyor... Peki biz kim oluyoruz onları yargılıyoruz dışlıyoruz... Aileden sorumlu bakan bile hastalık olarak görürken bu farklılıkları halkın böle davranmasına pek şaşırmama gerek gerçi. Peki sorarım size 'normal' cinsiyetlerinizi seçebiliyor musunuz? Peki bu insanların seçim yaptığı yargısına nasıl kapılıyorsunuz. duygusal olmak, kırmızıyı sevemk gibi tercihlerinizi neler etkiliyor ne kadar normal veya 'anormal' bu tercihlerinizin. peki bu kişilerin tercihleri???

Son olarak İzlanda da kabul gören bu tür beraberlikler için; gay evlilik, lezbiyen evlilik, homoseksüel evlilik, eşdeğer evlilik gibi terimler kullanılmaktadır. her geçen gün kabul göreülen ülke sayısı artmaktadır.

Hollanda 2001 de eşcinsel evliliklerin uygulandığı ilk ülke olmuş, Belçika, Kanada, İspanya,Güney Afrika, Norveç, Portekiz'i Amerikada Massachusetts ve California da eyaletleri izlemiştir.  Amerika'da şu an için Connecticut, Vermont, New Hampshire ve Iowa eyaletlerinde de eşcinsel evlilik yasal statü kazanmıştır. Ancak yasama ve yargı yoluyla California ve Maine'de verilen yasal statü halk referandumuyla 2009'da kaldırılmıştır.

Kendi ülkesinde böyle evliliklere izin vermeyip bir başka ülkedeki evliliği kendi bünyesinde kabul eden ülkelerde vardır.

Peki tercihleri farklıyken toplum baskısı yüzünden heteroseksüel evliliklerde mutsuz olan aileler, bir başkası gibi davranan insanlar, ardından dağılan evlilikler... Bunların hesaplarını kimler verecek. Korkularımız neler de biz homofobik davranıyoruz?

çocuk kalmalıyım ki...

büyümeyi kabul etmiyorum

büyüdükçe affedilmez oluyor insanlar, çocuk kalmalıyım ki hata yaptığımda uyarılmalıyım yargılanmamalıyım ve arkasına dönüp gitmemeli insanlar içtenlikle güldüğünde bir tebessüm yayılmalı yüzlerinde...

çocuk kalmalıyım ki; üzüntülerim uzun sürmesin, gözümden yaşlar akarken gösterilen bir lunapark veya bir oyuncak üzüntümü unutturabilsin...

çocuk kalmalıyım ki yolda hiç görmediğim insanlar önyargıyla bakmasın zarar verebilir mi bu insan diye...

çocuk kalmalıyım ki yarınlara en çok umutla bakabilen ben olmalıyım...

ve ben çocuk kalıyorum içimdeki ruh çimenlerde yuvarlanmak istediğinde üstüm çamur olacak mı diye düşünmeden her zaman içimden geldiği gibi yaşıyorum...
 
melecik:)

hayde bre pehlivan:P

Kırkpınar güreşleri...
Hepiniz duymuşsunuzdur Edirne'de heryıl bu zamanlarda yapılan etkinlikleri... Arkadaşlar arasında şakalaşma tarzı bile olmuştur enselerden tutulması ile birbirlerini sağa sola çekmeler, yere düşürmeye çalışmalar... Güreş esasları rakibinin sırtını yere değdirmeye dayanır belli sınırlar içinde bu karşılaşma devam etmelidir. Uluslararası karşılaşmalarda vardır ancak onlar edirnede olduğu gibi yağlı güreşler değildir. Kırkpınardaki güreşler biraz daha fakrlıdır bir sürü insan güreş kıyafetlerini giyer yağlanır ve çimlerin üzerinde başlar eş zamanlı karşılaşmalar... 1.olan kişi bir önceki yılın birincisinden altın kemerini alır. 649.su dün başladı bu geleneksel etkinliğin ama bir farkı vardı ilk defa başlangıç töreni olmadı... Nedenini bilmeme rağmen yüzyıllardır devam eden böyle bir etkinliğin başlangıç töreninin düzenlenmemiş olması ilginç..

Küçük İstavrit

Küçük istavrit, yiyecek bir şey sanıp hızla atıldı çapariye önce müthiş bir acı duydu dudağında, gümbür gümbür oldu yüreği sonra hızla çekildi yukarıya... Aslında hep merak etmişti denizlerin üstünü neye benzerdi acep gökyüzü. Bir yanda büyük bir merak bir yanda ölüm korkusu. "Dudağı yarıklar " denir, şanslıdır onlar, hani görüp de gökyüzünü , insani oltadan son anda kurtulanlar. Ne çare balıkçının parmakları hoyratça kavradı onu küçük istavrit anladı yolun sonu. Koca denizlere sığmazdı yüreği. Oysa, şimdi yüzerken küçücük yeşil leğende, ansızın uzanıvermiş dostlarına değiyordu minik yüzgeci. İnsanlar gelip geçtiler önünden bir kedi yalanarak baktı gözünün içine yavaşça karardı dünya, başı da dönüyordu. Son bir kez düşündü derin maviyi, beyaz mercanı bir de yeşil yosunu. İşte tam o anda eğilip aldım onu. Yürüdüm deniz kenarına bir öpücük kondurdum başına, iki damla gözyaşından ibaret sade bir törenle, saldım denizin sularına. Bir an öylece baka-kaldı Sonra sevinçle dibe daldı. Gitti tüm kederimi söküp atarak, teşekkürü de ihmal etmemişti. Bir kaç değerli pulunu Elime, avuçlarıma bırakarak. Balıkçı ve kedi şaşkın baktılar yüzüme. Sorar gibiydiler, neden yaptın bunu niye? 'Bir gün dedim, bulursam kendimi yeşil leğendeki küçük istavrit kadar çaresiz, son ana kadar hep bir umudum olsun diye...'
"Alıntı"

umutsuzluk...

Yaş otuzbeş ömrün yarısı, ne kaldı ki şunun şurası... 22 yıl nasıl geçtiyse bir 13 yıl daha geçi verir. Ne olmuş ki günü yaşayıp devam ediyorsam, yarına çıkacağımdan hiç bir insan gibi bende emin değilim ki. Ama hayal kurarak bugünü yaşamakta mutlu etmiyor değil insanı. Hergün yeni planlar yaparsın bir bölümünü belki unutur belki yapamazsın... Ama nolmuş ki ben burada bugün olmaya da bilirdim...
Tüm bunları söylerken bir de bakmışsın olmasını istediğin bir sürü şey olmamış ve üzülmeye başlarsın. Ee noldu şimdi hani takmıyordun yarınları, ya da takmaz gibi görünüyordun ya-neden şimdi de öyle yapmıyorsun...
Her zaman olmuyor işte öyle peşinde koşacağın birşeyler kalmadıysa kendini dinlemeye başlıyorsun, yaptıklarını sorgulamaya, ne kadar ileri ya da geriye gittiğine bakmaya...
Bir arpa boyu yol almamış olmak insanı umutsuz bırakıyor...
Bütün umutlarımı kaybettim, artık özgürüm. Bu yüzden her akşam ölüyor ve her sabah yeniden doğuyorum.

Güne hareket katmaK:)

Sınavlar bitti, sosyallik dozaşımına uğradım, kursa git gel derken bu haftaiçi bu yoğun tempodan eser kalmadı ve boş kaldım... gerçi perşembe ve pazar günleri sınavlarım var çalışmalıyım ama hiç öyle bir istek gelmiyor gelirsede Garfield gibi geçsin diye sakince bekliyorum:P bugün ise biraz daha kendimi oyalamak istedim oyalarken eğlenmek.

Sabah birkaç gündür yaptığımın aksine biraz daha erken kalktım ve finallerin olduğu dönemden beri içimde bulunan koşma isteği bugün uyuşukluğumu yendi ve hemen giydim eşofmanları attım kendimi sitenin içindeki koşu yoluna, güneş sıcaklığını hissettirmeye başlamıştı ama yürüdüm hızlı hızlı ardından kesmedi koştum. dinleniyim yürüyerek koşayım biraz hareket olsun derken1,5 km yürüyüp devamında da koşarak 2km yolu tamamladım. toksinleri attıkça dinlendiğime inandım nefesimi duyan pek inanmayabilir böyle olduğuna gerçi ama uzun süren bir aradan sonra koşmak iyi geldi doğrusu:)

ardından sıkı bir kahvaltı, film izlemece ve şimdi türk kahvesi eşliğinde müzik...
hayat bana güzel:)

UçaklaR...

Böyle bir icat insanoğlunun ayaklarını yerden keser ve malesef yaşaması için savaşması gerektiği inancında olan insanoğlu bu icadı savaşlarda da kullanmaya başlar.



Savaş tarihinde uçakların kullanımı trablusgarp savaşına dayanır. Bu savaşta İtalyanlar Osmanlılara karşı İtalyan Pilot Teğmen Gavotti ile ilk hava bombardımanını gerçekleştirmiştir. Tarihteki ilk hava keşfide yine bu savaşta gerçekleştirilmiştir. Bir havacının yerden açılan ateş sonucu vurulması ise ilk defa 31 ocak 1912 tarihinde gerçekleşmiştir; İtalyan asıllı Pilot Yüzbaşı Carlo Monti,Osmanlı askeri tarafından vurularak hayatını kaybetmiştir.






İSTİKLAL SAVAŞININ KAHRAMAN PİLOTLARI

*Bu savaşta ilk pilot şehidimizi Konyadaki gericilere karşı vermiştik, Pilot Üsteğmen İbrahim Ethem.

* Üsteğmen Yemenli Fehmi; yunan uçaklarıyla savaşmak için, arızalı olduğunu bile bile teyyaresine binmiştir ve kalkış sırasında uçağının düşmesi sonucu 24 Mart 1921 yılında şehit düşmüştür.

*13Ağustos 1921 yılında Sakarya Savaşı öncesinde keşfe çıkarn iki pilotumuz Behçet ve Pilot ÜSteğmen süşeyman Sırrı teyyarelerinin alev alması sonucu şehit düşmüştür. Süleyman Sıırı hava fotoğrafçılında başarılı birisiymiş.

*İlk Yunan uçağı da bu savaşta düşürülmüştür. Hasan Basri ve Astsubay vecihi bu görevi yerine getiren pilotlarımızdır.

*25Temmuz 1922 de Afyon üzerinde keşfe çıkan Teğmen cemal ve Ahmet Bahaddin idaresindeki teyyare Yunanlılar tarafından düşürülmüştür, pilotlarımız şehit olmuştur.

*1918 de İstanbul semalarında 5 İngiliz uçağını tek başına püskürten Pilot Binbaşı Fazıl, 1921 yılında da 7 Yunan teyyaresini püskürtmüştür. Türk pilotlaırnın ideali olan Fazıl 27 Ocak 1923 günü eğitim uçuşu sırasında uçağın motorunun havada durması sebebiyle şehit düşmüştür.




//Pilot Üsteğmen Hasan Basri tarafından Birinci Dünya Savaşı sırasında bir İngiliz Uçağını düşürmüştür.

//Astsubay Cemal, Birinci Dünya Savaşı sırasında Ira Cephesinde bir ingiliz uçağını düşürmüştür.

//Lefkoşadaki Ercan Havalimanı'nın adı ise 1974te Kıbrıs'ta Şehit düşen Pilot Fehmi Ercan'dan gelmektedir.

//Birçoğumuzun Türk filminden bildiğimiz Pilot Vecihi karakteri aslında can bulmuş gerçek bir kişiydi. Pilot Vecihi 1896-1969 yılları arasında yaşamıştır. Kurtuluş savaşının ilk ve son uçuşunu gerçekleştiren pilottur.İzmir hava sahasına inen ilk pilot, bunun yanında ilk sivil havacılık okulunu açan kişiydi. İlk özel havayolu şirktei 'Hürkuş'un Kurucusuydu.

İtalya kültürler arası öğrenme eğitimi

sıcakta bunalıp kendini yollarda bulmuş bir melek:) benay yorgunluklara dayanamayıp gelemedi(yafrukuşum birde ev temizliğiyle uğraştığı için:( ) Dedim gönüllü candır tog da olur, 2010 da olur kaynaşırız:D ve daha yol sorarken bi baktım bölümden bir arkadaş ablasını kapmış gelmiş. derken konuşurken bir sürü togcanlar buldum:) ekip zaten ayrı neşeliydi.
eğitimimiz sepetçiler kasrında oldu. Katılımcılardan Zeynep ablamız kızıyla italyayı gezmiş neşeli akitf bir bayan ve bize gezmemiz gereken yerler hakkında tavsiyelerde bulundu, gezi imkanları türleri anlattı. Gülesin hanım da eğitimimizi genel anlamda yöneten kişi öğleden sonra yaptığımız önyargı atölyemizi özellikle o yönetti.
 öğleden önce gruplara ayrıldık ve birer kağıda italya haritası çizdik içine ülke hakkında bildiklerimizi, dışına öğrenmek istediklerimizi yazdık. Devamında her grup çizdiklerinin, yazdıklarının sunumunu yaptı. sonrasında eksik kalan sorularımızı Aldo beye yönelttik... neler öğrendik neler:) hem sunumlardan hem de aldo beyden öğrendiklerimizin bir bölümünü paylaşmak isterim;
italyan alfabesi 21 harften oluşur içinde k y gibi harfler yoktur.
1860a kadar 7 ayrı devletin(bir bölümü fransa kontolründeymiş o zamanlar) bulunduğu bir sınır içindedir bugün.
eğitimimin yapıldığı yerden gözüken galata kuleside italyanlar(cenevizliler)tarafından yapılmıştır. (anlamlı bir eğitim salonuydu:)
İstanbulun işgalinde bilhassa galata bölgesinde cenevizlilerden destek görülmüştür.
19yy sonunda italyadan 750bin civarında kişiyi barındıran bir göç olmuştur. bu kişilerin %5-10 civarında bir çoğunluğu Türkiye'ye gelmiştir.
İtalyanlarda biz gibi vücut dillerini de kullanarak konuşuyor. Ancak her hareket aynı anlama gelmiyor. bizim lezzetli anlamında parmakları birleştirerek ağzımıza yaklaştırma uzaklaştırma hareketimiz onlarda ne var ne oluyor tarzında bir anlama sahip. siz siz olun böyle diklenmeyin:P bunun yerine lezzetli demek için işaret parmağınızı yanağınıza yaslayarak elinizi sağa solo çevirin;)
cumhuriyet ile yönetiliyorlar ve 2 haziranda cumhuriyet bayramları var. bunu söylerken Aldo bey öncelikle 29 ekim dedi pek bi sevindim:)
bölgeye yakın vatikan ülkesi var. dünyanın en küçük devleti kliseleriyle çok meşhur. İtalyanın kurulduğu dönemde Roma'nın İtalya'ya katılmasından rahatsız olan papa 1870-1920 yılları arasında tüm İtalyanları afaroz etmiştir.
İtalya'da gece hayatı çok yaygın değilmiş. 
İtalya da prozekko üretimi var. aslında bilğimiz şampanya ama fransızlar şampanya isminin telif hakkını aldığı için kullanılmıyor. 
vee bomba geliyor hani bizde çiğköfteyi tavana atma olayı vardır ya olduysa yapışır tavana.. İtalya'da da makarnayı duvara atıyorlar ve düşmezse pişmiş demek oluyormuş:) gerçi şuan anneme çiğköfte düşüyormuydu düşmüyormuydu derken o makarna dedi bi şoklardayım :D
bir de çok sigara içenler için (başka ülkelerde de söylendiğini ekleyenler oldu) 'Türk gibi sigara içmek' diye bir deyim kullanıyorlarmış.
1600 lü yılların sonlarında İtalyancanın dışında en çok kullanılan dil ise Türkçe'dir.
iki büyük adası var sicilya ve barbunya. piza özellikle sicilyada meşhur tabiki ülkenin tamamında var. sicilya ayrıca mafya bölgesi olarak nitelendirilmekte.
eğitimde bir de kelime kağıdı dağıttılar. şarkılardan aşina olduğumuz birkaç kelimede var içlerinde ;
ciao(merhaba)
addio(güle güle)
ti amo(seni seviyorum)
uno(bir)
due(iki)
tre(üç)
ya da iltifat etmek iterseniz bir İtalyana ayak üstü:P bella ya da bellob diyebilirsiniz. (çekimli bir dil kadınlarla ilgili kelimneler genelde a ile bitiyor, erkeklerle ilgili olanlarda o)
grazie mille(teşekkürler)

İnsanlarını tanımlamaya gelince önyargı atölyesi yaptık ve dedik ki herhangi birinin onları güleryüzlü görüyor olması ya da bizim tanıdığımız herhangi birinin öyle olması genelleme yapmamıza imkan sağlamamalı bireyselden genele ya da genelden bireysele inmemeliyiz dedik:)

Eğitim eğlenceliydi daha aktif ve dolu geçebileceğini düşünsemde güzeldi. emeği geçenlere yeniden teşekkürler:)

Eğer sizlerde 2010 gönüllü kapsamına dhail olmak isterseniz öncelikle oryantasyonlara katılmalısınız sonrasında; eğitimler konserler, bale gösterileri, kukla festivali gibi bir çok yere katılabilirsiniz. buradan etkinlik takvimini takip edebilirsiniz oryantasyonlar ilgili de bilgi almak isterseniz taksimde atlas pasajındaki büroya uğrayıp danışabilirsiniz.